Bu Blogda Arayın

9 Eylül 2017 Cumartesi

Sıra Kimde? (eylül 2017)

İsteyip istemediğimi bilmiyorum, hatırlamak zaten mümkün değil ama özenip bezenip yaratılıp, baştan planlanmış daha doğrusu bahşedilmiş bir hayata gönderilmediğim gayet açık. Bunu yeni yeni anlıyorum. İnsan kendi şartlarını kendi hazırlar ve şansı da kendi yaratır diyorlar ya. Pek öyle değil. Mevcut koşullarda yaratabilirsin şansı ama koşullar uygun değilse ya da hiç oluşmamışsa neyi yapacaksın. Ortadasın. Kısacası çok da bayılmıyorsun hayata

Bilmiyorum ölümden sonra ne olacak nasıl olacak… Doğumdan öncesini bilmediğimiz gibi ölümden sonrasını da bilemeyeceğiz. Spiritüel tanımlara göre öldükten sonra bir ödülümüz olacak ancak o da çok belirgin değil. Dünyayı yaşanabilir kılan o ödüle inanç noktasından geçiyor. Bir de inanmıyorsak halimiz duman. Büyük gayret lazım yaşamak için çünkü YALNIZ’ız.

İnanmak bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor bu bağlamda, yiyorsa tercih etme, vallahi de billahi de başa çıkamazsın yaşamakla.

Düşündüm de bugün sokaktaki gürültüyü, pisliği, karmaşayı çekiyorsak “birgün son ereceği” ve “herşeyin çok güzel olacağı” ümidiyle. Hiç kendimizi kandırmayalım. Herşey berbat da olsa daha sonra iyi olacak diyoruz ya da “bir gün mükemmel olacak”. Sabırla bekliyorum o günü. Beklerken kahkahalarla gülsem de bekliyorum ne yaparsın.


İşte ya paketlenip gönderildik ya da bir delikten kaçıp geldik bilemem ama niye mi yazıyorum bunları. "Bugün" - varoluş sebebim, annemle babamı evlendiren ve nikah şahitleri olan Cevat BAYINDIR’ın 93 yaşında aramızdan ayrıldığını öğrendiğim için yazıyorum. Hayatını anlattığı ve benim okuduğum tonlarca kitabın içinde ilk üç’te yer alan eserini hiç unutmayacağım için yazıyorum. Küçücükken bayramlarda gittiğim evlerini hatırladığım için yazıyorum ve geçmişin güzellikleri ile aramızdaki köprülerin teker teker yıkıldığını fark ettiğim için yazıyorum. Üzüntüden yazıyorum işte canına yandığımın üzüntüden. 

24 Haziran 2017 Cumartesi

şekerler gibi bayram - haziran 2017

Hayatım Kadıköy Çarşısı, Fenerbahçe, Çengelköy aksında geçiyor 😊 farkında olmadan küçücük bir ülkede yaşıyor pozisyonuna indirgedim galiba olayı, azıcıklık MUTLULUKMUŞ bunu keşfettim... umarım başka küçücük bir yerleşimde daha da ufaltırım hayatımı... niye mi yazdım?

Akşama doğru aklıma geldi yufka almayı unutmuşum, koştum Bahariye'ye... maaşımın da yarısını almamıştım; PTT.den, emekli maaşım o kadar çokki ATM tek seferde çekmeme izin veremiyor. Yufkacının önünden geçtim, çaktırmadan içeri baktım, yufka var, "e elime yük olmasın bari gidip maaşı çekeyim de dönüşte alırım" dedim, saat 16.30 felan... PTT.ye gittim paramı çektim, döndüm aynı yoldan ve girdim EVCE'ye... 6 tane yufka verir misin dedim, adam gülmeye başladı !?!?!

"Ah be ablacım demin geçerken alaydın ya, yufka bitti?!?!?!?"

haydaaaaaaaaaaaaaaaa
AYYYY KİM ALDI BENİM RIZKIMI dedim gülerek


bu arada şunu anladım, herkes birbirini farkında burada sokaklarda, bu çok hoşuma gitti
"dur ya bir sorayım getirteyim sana" demesin mi
""yok valla bir daha çıkamam hava çok sıcak, kısmet değilmiş"" diye uzadım
evin yolunu uzattıp, taaaaaaaaaaaaaaaaa aşağıdaki yufkacıya kadar gittim... giderken de manavın tezgahındaki çilekleri gördüm 1kg alıverdim, akşam akşam ne işlere kalkıyorum, kudurdum mu ne!!!

Yufkacıya geldim, içeri girdim (Birlik Yufka-Mantı)
"yufkan kaldı mı?" diye sordum haliyle, "var mı" demiyorum KALDI MI diyorum.


Adam güldü, az önce iptal olan bir sipariş vardı o yufkalar duruyor demesin mi!

hey Allahım yaaaaa, 6 tanesini ben aldım ve hemen eve dönüp çilekleri suya batırıp tahinli çörekleri hazırladım... arkadan reçel için çileklere döndüm, çilekler süzülürken çöreklere geri dönüp şekil verdim, hepsi bitti fırına attım... çileklerimi şekerleyip ocağa koydum.
(EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK PATLATIYORUM)
o arada çay demledim... saat 18:20 de çörekler pişmişti, fotografları çekildi... çilekler ise son derece yavaş bir şekilde reçele dönüyor..

TATLI, ŞEKERLER GİBİ BAYRAMINIZ OLSUN... BU DA BAYRAM ÖYKÜMÜZ OLSUN


18 Mayıs 2017 Perşembe

Kazım Reis – 1944

Beşikdüzü Çeşmeönü Köyü sakinlerinden Kazım Reis’in (Kazım Deniz) karıştığı bir gülünç hikaye. Kazım Reis bir tekne kaptanıdır, sarma tütün (sigara) içer.

İkinci Dünya Savaşı yokluk yılları, tütün saracak kağıt bulunmamaktadır. Kazım Reis baktı tütünü içemiyor, evdeki Kuran-ı Kerim’in yapraklarını tek tek koparır ve tütünü sarar. Sigarasını yakar ama normal yanmaz alev alır, herkes görür.

Kazım Reis benim babaannem Hatice Sağlam’ın kardeşliğidir ve onu görür alev alev.
Kazım ne yapıyorsun yanıyorsun diye sorar babaannem

Cevap: Kuranın yapraklarına sardım tütünü yaktım Hatçe der

Babaannem: Yahu günah değil mi, delirdin mi, çarpılacaksın be adam deyince

Cevap: Bir şey olmaaaaaaaz Hatçe, ilim içiyorum ben ilim ! der.

Molla Efendi – 1943

Kaynak: babam Sebahattin Sağlam – 9-10 yaşında bizzat tanık olaya – GERÇEK HİKAYE

Raif Karadeniz, 1939-1943 yılları arasında CHP.den Trabzon milletvekilliği yapmış ve yine aynı dönemde 2 yıl İnhisarlar Bakanlığı görevinde de bulunmuş Beşikdüzü’lü  bir siyasetçi. İnhisarlar Bakanlığı şimdiki GÜMRÜK ve TEKEL BAKANLIĞI.

Bakanken Beşikdüzü’ne gelir. Çınaraltında halkla bir araya gelerek sohbet eder. Ayakkabı tamircisi MOLLA Efendi bakan beyi fevkalade sert eleştirir. 
İkinci Dünya Savaşı ve Yokluk yılları –  halkımız CHP.yi çiğ çiğ yiyecek kadar kinlenmiş vaziyette. Molla Efendi yerinden bile kalkmadan şunu sorar:

“Sizin inhisar vekili olarak bu ülkeye ne gibi faydanız olmuştur? 
....
Eminim benim kadar faydanız olmamıştır! Çünkü ben hergün bir küçük şişe rakı içiyorum ve senin bakanlık yaptığın kuruma para veriyorum, yararlı oluyorum, sen bugüne kadar buraya, bu Beşikdüzü’nün insanlarına ne yaptın? Ne katkın oldu?” der.

Raif Karadeniz’in suratı bulanır, ağzı burnu karışır ve kısa bir süre sonra çeker gider.


Molla Efendi: 30-40 köpeği olan, kazandığı parayla hayvanlarına bakan, komik, dürüst, herkesin sevdiği şeker bir insan, MOLLA esasen adamın lakabı, adı bilinmiyor.

19 Nisan 2017 Çarşamba

BülBül

1980'lerdeyiz
Yarımca'daki ikinci evimize, kendi evimize geçmişiz artık.
Denizin hemen kenarında değiliz ama denize kadar da önümüzde tek engel yok.
Karşımızda ışıl ışıl parıldayan Gölcük, Değirmendere, Halıdere sahilleri.

Evin balkonu kocaman, öğlenden sonra hiç güneş almıyor, 
Kuzeydoğuya bakan ucu püfür püfür esiyor, yazları bir cennet. 
Önümüzde bir dere var, dereden ötesi uçsuz bucaksız bir çayır
Çayır zeytin ve ceviz ağaçlarıyla kaplı, arada muşmula ve ayvalar var, az biraz da dutlar.
Zeytinler yaşlı ve bakımsız ancak terk edilmiş olsalar bile kendilerince ürün veriyorlar.

15 Nisan 2017 Cumartesi

İBB - 1989

26 Mart 1989
Yerel seçimler yapılıyor
İstanbul Belediye başkanı ANAP'lı Bedrettin DALAN.
İstanbul'u imara açan o ilk adamların ekibinden!
Yağma, talan politikasının efsane örgütü ANAPgiller tayfası
İşin komiği adam ergenekon balyoz sürecinde Atatürk.çülükten içeri girecekti bir de!

Çakma Atatürkçü olduğundan ABD.ye tüydü
Boğaziçine saplanan hançerler hep onun eseri,
Yıldız Parkı, Dolmabahçe Parkı, Maçka Vadisi betonlara boğduruldu.
(ANAP'ın yaptıklarının üzerine inşa edilmiştir bugünküler, oy veren eller sevilsin).
Halk, özellikle sosyal demokrat kesim deliriyordu
Merakla seçim bekleniyor ama hiç de umut yoktu. ANAP'ın elinden alınamazdı hiçbir kudret, erk.

9 Nisan 2017 Pazar

Tren Yolculuklarım

Yıl: 1987

Üniversitedeyim, üçüncü sınıftayım, ilk sömestr. Pazar günü gidiyorum(geliyorum) İstanbul’a, Cuma akşamı okul çıkışı trenle dönüyorum Yarımca’ya. Güç bela yetişiyoruz trene, Haydarpaşa’da rekorlara imza atarak yakaladığım trende mutlaka ayaktayız. Son dakika yetişmişsin oturman mümkün mü? Saat 17.50 gibi Maslak’tan çıktığın ve tek saniye dinlenemediğin yolculukla GAR’a varmışsın ve trende de ayaktasın.

Tren cehennem gibi sıcak, kaloriferleri cayır cayır yanıyor, havasızlık inanılmaz, sanki MARS yüzeyindesin o kadar ağır metaller var ortamda. Fotosenteze geçmek istiyorsun ama henüz evrimleşmemişsin, geridesin.

8 Nisan 2017 Cumartesi

Trabzonlu Komiser

Bu aslında "YARIMCA anısı değil ama" yazımın sonundaki karakol ve komiserle ilgili bir devam yazısıdır.

Sultanahmet Meydanında çantayı kaptırmayıp, kapkaççıyı da yakalattıktan sonra sanıyoruz ki iş orada bitti. Meydandaki asayiş grubu kimlik falan sorguladıktan sonra bizi karakola davet etti, ifade verecekmişiz. Yahu “yemeğe yetişeceğiz, ben şikayetçi değilim” diyorum adamlar anlamıyor. Bu arada kapkaççı da Romen’miş, daha AB.ye girmemişti bu hırsızlar, buralarda bizi soyuyorlardı.

YARIMCA anısı değil ama

Yıl 1997 olmalı
BEKO Elektronik'te ilk yıllarım
Bölüm arkadaşımın grubuyla yemeğe gidiyoruz.

Ramazan ayı, o zaman ramazan kışa rastlıyor, iftar çok erken saatlerde, hatta mesai saatine denk geliyor, ben de kolaycıyım o birkaç yıl oruç tuttum yarım yamalak, iftarı yapıyorsun eve gidince tekrar yemek yiyebiliyorsun, olay inanılmaz pratik.

Cennetliği yaptıktan sonra ara verdik o işlere, hesabı öte tarafta kapatacağız Allah'ın izniyle

Türkçe

Yıl 1979, Ortaokula yeni başladık. Kara önlüğü çıkartmışız, jile şeklindeki lacivert formaya kavuşmuşuz, balta kesmiyor bizi. Erkeklerde de takım elbise gravat; pek havalıyız; büyüdük çünkü.

Bir sürü ders var ve her derse ayrı öğretmen giriyor. Bu bir İLK, ayrıca “öğretmenim” sözcüğü bırakılmış “HOCAM” a bir gecede dönüş yapılmış. Nedense ortaokul ve lisede öğretmenlere HOCAM deniyor… hiç sevmedim bu sözcüğü hala yazışırken çizişirken ve konuşurken “öğretmenim” derim, kendimi zorlarım, ağzımdan kaçırmam.

1 Nisan 2017 Cumartesi

Piknik

Yıl; 1993 olmalı, 17 Nisan ve Cumartesi

Her haftasonu olduğu gibi yine Maşukiye’deyiz, Cuma akşamından gelmişiz evimize, genelde misafirlerimiz olur, bu hafta da epeyce kalabalığız, kuzenler, onların çocukları falan. Eve sığılmıyor herkes bahçede, dev cevizin altında, hava mis gibi ve keyif gıcır. Sabah hızla giriştik işlere, yemekler hazır ama salata, mangal sebzeleri, etler, tavuklar hazırlanıyor erkenden. Mangal kömürlenmiş, çıralar dizilmiş yakılmayı bekliyor, Masa hafiften kurulmuş, salata ve zeytinyağlılardan otlanan kalabalık, ateşi ve cızır cızır kızaran etleri bekliyor.

21 Mart 2017 Salı

Sivilce

Her nasılsa ya da niyeyse ortaokuldan liseye geçtiğim yıl benim alnımı sivilce basmıştı. Ailede herkes pamuk gibi, ciltler kaymak ama ben bir sivilce abidesi haline geldim. Yüzümde değil sadece alnımda gelincik tarlası gibi bir alan oluştu. Bakılacak gibi değil.

Hadi ben üzülüyor sıkılıyorum ama anne babam da olayı epeyce üzüntüyle karşıladı. Doktor, ilaç, haplar, solüsyonlar katiyen düzelme olmuyor. Cüzzamlı gibi birşeyim. Kahkül kestirdik alnımızı kapatıyoruz ama o daha zarar veriyor bölgeye, havayla teması kesmeyeceksin. Saç telleri değmeyecek falan. Ters etki ile birbirini körüklüyor vahşet.

Ya İstiklal, Ya İNCİ

İstiklal Caddesi trafiğe açık daha. Tarlabaşı yeni yıkılıyor, eski binaların temellerinde yaşayan FARE kolonileri soykırım karşısında çaresiz, sokaklarda terör estiriyorlar, fareye basmamak için zor yürünüyor ama İstiklal temiz!

Temiz kabul ediyoruz, Ağacami, Mis Sokak felan kepazeliğin her türlüsünü barındırsa da renkli yerler, nereden mi biliyorum, erkek kardeşim bir süre ara sokaklardaki bir vakıf evinde kalmıştı. Çok gezmişliğim vardır İstanbul’un en acılı damarlarında. Yalnız hiç rahatsız edilmedim, herkes haddini biliyor, hatta vakıf ve bizlerin oradan olduğu bilindiği için bırakın yan gözle bakmayı özel korumalarındayız fedailerin.

Geçelim Beyoğlu’nun tasvirini, caddenin ve semtin simgesi İNCİ pastanesi ve profiterolünü konuşalım. Üniversite hayatım boyunca aldığım 16 kilonun sebebi olan bu zalim tatlı için yaptıklarımı bilse İNCİ bana ömür boyu tatlı garantisi verir ama istemem.

20 Mart 2017 Pazartesi

Kumcağız

İzmit Körfezi’nde kirlilik artınca 1976 dan sonra denize girmemeye başladık. Evimizin 50 metre uzağında şahane bir deniz varken sadece uzaktan bakabiliyorduk. Bu alışan için çok zor bir durumdu denize giremiyorsun, haftasonunu bekliyor ve uzaklara gidiyorsun.

Bizim de o yıllarda konu komşu sözleşiyor, iki üç araba toplanıyor, bagajda mangallarımızla Kumcağız’a gidiyoruz. Kumcağız Kocaeli’nin Karadeniz sahilinde, Kandıra ilçesine bağlı, Kefken, Kerpe gibi sahil beldelerinin arasında yer alan bir koy.

Mercan Yuvası

Araba aldıktan sonra haftasonları daha güzel geçmeye başlamıştı. Özellikle yazın çok güzeldi, iple çekiyorduk Pazar günlerini. Cumartesi pek verimli değildi çünkü o yıllarda Cumartesi işgününden sayılıyordu ve büyükler çalışıyordu!

Her neyse biz her Pazar ya Tuzla’ya gidiyoruz ya da İstanbul’a. Tuzla çok önemli zira kardeşim dünyaya gelmeden önceki 2 yılı Tuzla’da, İstanbul Porselen’in lojmanlarında geçirmişiz. Babam Tuzla Porselende çalışıyor. Lojman hayatına ilişkin hatırladığım fazla bir şey yok Yarımca’ya geldikten sonra ailemin Tuzla’daki bağlantıları nedeniyle ben de çok seviyorum bu cenneti. Hele o denizi.

DEDE Şarküteri


Renault 12 TS modelini hatırlar mısınız? 1974 yılında bu arabadan bir tane de biz almıştık. Aslında babam TOFAŞ’ın arabalarından değil de başka bir marka arabayı alan hain bir koçholding çalışanı gibi görünse de aile baskısıyla bu arabadan alınmıştı. Beyazdı araba.

O kadar rahat etmiştik ki; her haftasonu mutlaka İstanbul’a geliyorduk, Fatih ve Kadıköy’de yoğunlaşmış akrabalar ziyaret ediliyor, tek tek dolaşılıyordu. Yemekler yeniyor, sohbet, muhabbet, gürültü patırtı iki gün geçiriliyordu. Eskiden yemeğe 10 kişi oturmayanı döverlerdi, öyle yenirdi yemekler. Hayatı kolaylaştıran ev aletleri o denli azıcık iken bu hacimle başa çıkıyordu kadınlar. Yaz aylarında Yarımca’da bizim evde yaşanan hareketlilik kış aylarında İstanbul’da oluyordu.

19 Mart 2017 Pazar

ve İTÜ

1985 yılında İTÜ’ye başladım. Evimiz de o yıl bitmişti ama oturulacak durumda değildi. Acıbadem’in 1980’lerde imara açılan yukarı bölümünde yapılan bir inşaattı. Evimizin olduğu siteyi akrabamız yapmıştı zaten. Her Laz müteahhit doğar ya illaki bir ev yapacaktır. Yollar açılmamış, mevcutlar çamur içinde, sokaklar tenha, ışıksız, bataklık gibi. Bugün Fikirtepe kentsel dönüşüm bölgesi nasıl film seti olarak da hizmet veriyorsa Acıbadem’de de benzer durum hakim o yıllarda. Ekmek alacak yer yok, yürünecek yol yok, çalacağın kapı yok. Bilfiil açlıkla yüzyüzesin.

Kenan Evren

Kenan Evren İzmit’e geliyor. Okullara yazı gelmiş, öğrenciler miting alanında hazır olacaklar. Kenan Evrenimiz, çakma Atatürk’ümüz, ülkeyi kurtaran adam! Anayasa yaptırdı onu oylatacak, dolaşıp duruyor. Sabahın köründe okulda hazır bulunmamız söyleniyor.

Söyleniyor da ben gitmiyorum. Gitmiyorum özetle. Ertesi gün okul idaresi ben ve birkaç öğrenciyi çağırıyor. Hayır yoklama da alınmış şaşırıyorum, aklıma bile gelmedi kontrol edileceğimiz. Öğretmenlerin düşürüldüğü duruma bak. Kamu ÖZERK olmalı kardeşim, okullar, kurumlar vs. Nedir bu baskı zulüm! Her neyse “niye gelmedin” sorusu yüzümde patlıyor, 14 yaşımdayım ve bir generalin mitingine niye gitmedim? Yanıtım yok. Babam izin vermedi, bu cunta hükümranlığına tümüyle karşı, anayasaya da HAYIR oyu vereceğiz, biz rejime karşıyız demiyorum tabii. Biliyorum ki öğretmenlerimin birçoğu da aynı görüşte.


Cılız bir sesle; “ben Yarımcada oturuyorum, çok uzak, o kadar erken gelmem imkansızdı, otobüs yok o saatte, gelemedim hocam” diyorum, o kadar. PEKİ diyor öğretmenim. Devletten korktuğum andır.

not: fotograf babama ait, urfa 1961 

Liseye gidiyorum

Ben Yarımca Ortaokulu mezunuyum, okulu dereceyle bitince İzmit Merkez Lisesi’ne kaydolma imkanım oldu. Aksi takdirde Yarımca’da ikamet eden birinin İzmit’teki liseye elini kolunu sallayarak gidip kaydolması mümkün değil, yani sıkı torpil felan lazım ama biz torpilden anlamayız,  yok bizde böyle şeyler, başarılı bir öğrenci olduğumu kanıtlayacağız işte o kadar. Babam okuldan gerekli belgeleri aldı ve bu hayatta her gün dua ettiğim Osman Abi’mize verdi. Osman Abi, bizim kasabımız, daha doğrusu Kocaeli Et Pazarı’nın sahibi güzel insan. İkamet kanıtlamaya çalışıyoruz, elektrik su faturaları türünden ıvır zıvır, benim belgeler, oradan buradan yazılar. Artık olursa olacak olmazsa da sorun değil Yarımca Lisesi’ne devam edeceğim. (Osman Abi'ye kucak dolusu teşekkür)

Çiçekler

Ortaokudayım sanırım daha birinci sınıfta, daha büyük olmam mümkün değil, yoksa bu çocukluğu asla yapmam (herhalde). Okula yürüyerek gidip geliyoruz, yarım saat kadar sürüyor yol, ben ortaokulu Yarımca Lisesi-orta bölümünde okudum. Canımın içi öğretmenlerimin çoğunun meslek hayatlarının ilk yılıydı, hepimiz gençtik anlayacağınız. Güzelliği anlatamam, neyse konumuza dönelim.

Okula giderken lojmanların alt kapısından girip E5’e bakan üst kapısından çıkmak yolu haliyle kısaltıyordu, ayrıca güvenliydi de. Dışarıdan dolaşmak 11-12-13 yaşlarındaki küçük kızlar için ürkütücü olabilirdi, küçük yerdeydik ve ortalık tenhaydı.

PETSAN

Petkim İlkokulu’ndayım ama Petkim Lojman kapısı sırat köprüsü gibi, Petkim Lojmanlarına çocuk olsan bile giremiyorsun, hele marketi var PETSAN aman Allahım, bugün ABD.ye gitsem vizesiz içeri girmeye ikna edebilirim belki memuru ama Petsan’a girmek mümkün değil. Öyle bir korunaklı yer ama bendeki azim de öyle bir güç ki dağları yıkıyorum ve arkadaşımla beraber bir şekilde markete girmeyi beceriyoruz, beceremezsek de suça zorla teşvik edilmiş günahsızlar olarak kaçak giriyoruz, kasada KART sorulunca da pişkin pişkin “YOK” diyoruz, elimizde sütlü çikolatayı gösterip parayı uzatıyoruz. Yahu çay, şeker, tuz, ekmek, pirinç, yağ almıyoruz ki, çikolata sadece bir paket çikolata. Fena mı? Stoklarınız tükensin de çikolatalar kurtlanmasın işte! Yokluk yılları ama o YOK olan şeyler değil bizim satın aldıklarımız, ana-babalarımızın ileri sürdüğü ajanlar değiliz. 

Kiraz Festivali

Yarımca  1968’de belediye olmuş bir belde, 
biz gittiğimizde ise henüz 4 yıllık genç bir belediyeydi.

Ama ne yer! Bildiğin cennet, yeşillik, bağ, bahçe, ayva, muşmula, kirazlar,  dağlarında ağıllar, kuzular koyunlar, denizinde balıklar, KİT.lerin yöreye taşıdığı insanlar, paralelindeki kurumlar, faaliyetler. Sevmesen de feyz aldığın uygarlık kırıntıları ve efsane başkan Hüseyin Avni Şirin! 68’ler solunun belediyecilik anlayışı ve şimdi (2003-2017-xxx) zehir gibi görülen oluşumlar, etkinlikler, ilişkiler. Yaşayan bilir.

16 Mart 2017 Perşembe

Divan Pastanesi

Kardeşim daha bebek, biz Tuzla’dan lojmandan çıkmış Erenköy’e taşınmışız – Bağdat Caddesi Kantarcı Rıza Sokak. 

Hani köşesinde Divan Patisserie var şimdi, eskiden Divan Pastanesi denirdi. Zaten sadece pastaneydi. Caddeye bakan tarafta değil de sokağın içindeki yüzünde dondurma köşesi bulunuyordu, o kepçeyle servis edilen dondurma ayrıydı, bu kısımdan musluk gibi şeylerden sade-kakaolu burgu şeklinde akan, kremamsı dondurma satılırdı. Ben miniciğim ama çok akıllıyım, annemin sözünden asla çıkmam, o kadar güvenilir biriyim,  sağlamlık konusunda daha o yaşta bir karizmam var. Elimde ya 25krş ya da 50krş tam hatırlamıyorum, evden oraya kadar kenardan kenardan yürüyorum, dondurma alıyorum, yalaya yalaya eve dönüyorum. 

Yazıya eşlik eden fotoğraf işte o evimizin duvarının önünde çekilmiştir, arkada görünen de evin balkonu ve benim en sevdiğim fotoğrafımdır.


Sanırım KOÇ Grubuna girişim böyle oldu, 1971 yılında!

Muska Böreği

1972 yılının Kasım ayı, Yarımca’ya taşınıyoruz. Erenköy’den Yarımca’ya.


4 yaşındayım tam hatırlayamıyorum anılar biraz sisli, hava gibi. Annem bir damlacık canıyla ev taşıyor, temizliyor, yerleştiriyor. Evimiz Ülküm Sitesi’nde birinci bloğun birinci katında. Eve giriş çıkışlarımız balkondan oluyor ilerleyen zamanlarda. Her neyse taşındığımız güne dönelim. Çok küçüğüz kardeşim daha bebek. Onu değil ama beni emanet ediyorlar komşumuza. Yapılacak o kadar iş var ki birilerinin bizimle ilgilenmesi lazım hem komşularımızda akranım çocuklar var. İşte hayatıma perçinlenmiş en güzel anı geliyor. Küçük bir masaya örtü seriliyor, tabaklar diziliyor (melamin modası var) ve muska börekleri geliyor çıtır çıtır. Benim bu hayatta en sevdiğim şey işte o muska börekleri. Peynirli!

Tetanos

Çok yeniyiz Yarımca’da
Evet yazın cennetteyiz ama kışlar o kadar güzel değil

Yazın her haftasonu ev dolup taşıyor, zeytinyağlıları börekleri, köfteleri, kızartmaları yapan, nevaleyi de alan paketleyip arabaya atıyor ve yola düşüyor, “cennette yaşıyorsunuz” edalarıyla bizi yalnız bırakmıyordu ama kışın pisti. Tek güzel olan şey kestanelerdi. Yine çalı çırpıdan yakılan ateş, minik közler ve üzerine atılan paslı teneke. Kestaneleri diziyoruz bir güzel hatta teneke yoksa doğrudan köze gömüyoruz. Sabırla pişmesini bekliyor, sonrasında afiyetle yiyoruz.

Yeliz1975

Sahilde çay bahçesi var yıl 1975. Sabahtan akşama kadar plaklar çalıyor, ses göklerde. Kulağımızda ise tek şarkı Yeliz’den.
Bu ne Dünya Kardesim,Seven Sevene.
Bu ne Dünya Kardesim Böyle.
Bir Garip buruk icim, bilmem ki niye.
Belki de Sevdigim yok diye.
Ne bir kürk ister bu şen gönlüm
Ne bir han ne de saray. . . . . . . .

Daha birbirini boğazlamaya başlamamış gençler ama havada yanık kokusu da var. Gerçi Kıbrıs’ı almışız, Karaoğlan baştacımız, olay milleti epey yumuşatmış ama fırtınadan önceki son güzel yıllar. Çocuğuz, işimiz gücümüz portakallı gazoz içmek ve bisküvi yemek. A bir de tonlarca ayçekirdeği, hatta TADIM o yıllarda çıkmıştı yanılmıyorsam, sadece TADIM tüketiyoruz, 50 gramlık kırmızı jelatinli minik paketlerle.  Çay bahçesi çok güzel, ceviz ağaçları var, gölgesi bizi koruyor ve altında masalar.  Koşuşturuyoruz oralarda.

Yaz bitip de güz geldiğinde herkes çekiliyor, zaten eskiden yazlar kısa sürerdi, Eylül ayı geldi mi üşürdük sahilde. Bu arada cevizler olgunlaşırdı. Kalın sopalar fırlatırdı abilerimiz cevizin yüksek dallarına ve yere yeşil cevizler dökülürdü. Önce yeşil kabuklar ayıklanır içinde nemli taze ceviz çıkardı. Kırılırdı bir taşla, taze ceviz alınır zarları ayıklanır ve yenirdi sütlü sütlü. Parmaklar simsiyah ceviz boyası, tamamen kalıcı! Okul açılırdı bizim eller hala beyazlamazdı. Kına yaksan daha iyi.
Ye iç eğlen çok kısa ömrün sev çünkü sevmek en kolay

Enrico Macias - Aux Talons De Ses Souliers (orjinali)

ÇAPARİ

Yalnız ve mutlu Ülküm Sitesi sakinleriyiz. Yaz aylarında cenneti yaşıyoruz. Deniz henüz kirlenmemiş, arada bir boya geliyor sahile, az biraz mazot ama olsun, daha canlılar ölmemiş, zira babamlar sandalla balığa çıkıyorlar ve çapari ile istavrit, bazen karagöz tutuyorlar, koca kovalarla. Körfezin balıkları çok çeşitli, istavrit, karagöz, gümüş, çinekop, gece çıkanlar lüfer avlayabiliyorlar. Hatta balığı geçelim, pavurya bile yakalamak mümkün, midyeler ise çoluk çocuğun oyuncağı, çalı çırpı ile yakılan ateşin üstüne atılmış paslı tenekelerde pişiyor o midyeler, mis gibi deniz kokusu dilinize vururken afiyetle yiyorsunuz. 

O kadar çocuğum ve o kadar aklımda. Nasıl mı? Çünkü ya 4 ya 5 yaşımdayım ama babamın peşindeyim. O küçücük tahta sandalın içinde 4 yaşında bir çocuk ve denizin ortası. Günümüzde ancak masal filmlerinde olur herhalde, kimse inanmaz. Bazen öyle bol balık oluyor ki çekilen her oltada 8-10 balık kıpır kıpır oynuyor, kova dolup taşıyor eve erkenden dönülüyor.

11 Mart 2017 Cumartesi

Piyesler

1970’ler

Kiraz bahçelerinin arasında, deniz kenarında üç apartmandan oluşan bir sitede Ülküm Sitesi’nde yaşıyoruz Yarımca’da… toplam 24 hane var. Denizle aramızda demiryolu bulunuyor, trenler geçerken yataklarımız sallanıyor. Kömür yakan kara treni bile gördüm ben o yıllarda. Sitenin etrafında hatta uzaklarında inşaatı devam eden kooperatif evleri var ama genelde kiraz, ayva, muşmula bahçeleri, çayır, kır, zeytinlikler (ki bu ayrı bir öykü konusu), hatırı sayılır ceviz ağacı, böğürtlenlerini yediğimiz uçsuz bucaksız dikenler ki bu dikenlerin arasında yaban gülleri (kuşburnu oluyor sonra onlar), güllerin arasında her gece konser veren bülbüller… uzatmayayım saymakla bitmez… bu kadarcığız, aramızda bir, iki, üç, dört yaş farklara rağmen akran çocuklarız… kimi abla veya abiler kimi ise fasulyeden sayılan minikler… işte bu ekipten çok iş çıkabiliyor, her yıl müsamere etkinliği yapılıyor.

10 Mart 2017 Cuma

Dut Ağacı

 1970’ler
Oturduğumuz sitenin etrafı duvarla çevrili
Duvarın hemen ötesi kiraz bahçesi
Atlıyorsun ve kirazların arasındasın
Arkaya doğru ilerledikçe
Tam da duvarın dibinden
Bizim bahçeyle kiraz bahçesi arasında kalmış
Bir dut ağacı var
Beyaz dut
Salkım salkım bal gibi meyveler veriyor her yaz
Dalları da birbirine ve yere paralel
O kadar güzelki şekli
Sanki Allah biz çocuklar için yaratmış
Sunduğunu geri çevirmiyoruz tabi
Bütün gün ağacın dallarındayız
Hem yiyoruz hem de oynuyoruz
Ama ne oynuyoruz
Otelcilik
Dut ağacı bir otel
Her dal bir kat ve oda
Hepimiz bir odaya yerleşiyoruz
Hem yiyor hem oynuyoruz
Kuşlar gibi, tırtıllar gibi
Şahane bir ortam, gölge falan
Mis gibi
Hem biz hem arkadaşlarımız
Efsaneyiz
O dut ağacı 2010’da bile duruyordu
Konukları sadece kuşlardı
Meyvelerinden yedik yine

kovulma

yıl: 1979

O yaz Ülküm Sitesinden Evrim Sitesine
Kendi evimize taşındık
Ben çok üzgünüm tabii
4 yaşımdan 11 yaşıma kadar
Koşturduğum o bahçe
Canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım
Yaşadığım ilk ayrılık
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Yeni ev uzak değil
Yürüyerek 5 dakika sonra
Eski eve varabiliyorsun
Bir gün yine inmişim eski eve
Sitenin yaşlılarından
Pek de bilmiş bir hanım teyzemiz
Bana balkondan bağırdı!
“ne işin var senin burada”
“ne gelip duruyorsun”
“hadi yallah artık kendi mahallene”
60 yaşında kadın
11 yaşındaki çocuğa karşı
Ben faşizmi işte o zaman yaşadım
Adını duymuştum ama
Irkçı faşizmin ne olduğunu bilmiyordum
Tüm hücrelerim sarsıldı
Resmen ötekileştirilmiş
Vebalı muamelesi görümüştüm
O kadar üzüldüm ki
Bir daha adım atmadım oraya
Annem de bana
“zaten büyüyorsun ortaokula gideceksin”
“oradaki yeni arkadaşlarınla birlikte olursun”
Demişti
Yüreğime su serpti ama
Unutmamı da sağlayamadı


9 Mart 2017 Perşembe

telefon

Yıl: 1977-1978-1979
İlkokuldayız
Canım arkadaşım Odil Tunalı
Aynı sırada ve aynı zaman diliminin
Yediklerindeniz
Ben onun kadar zeki değilim
O deha ama bir şekilde
Yanında olabiliyorum şükür
Olay yaramazlık paydasında cuk oturuyor
Yapmadığımız haylazlık yok
Teneffüste okulun lojmanlara açılan
Alt kapısından tüyüyor ve
Odillerin evine gidiyoruz
Doğru telefona
Rastgele numaralar çeviriyoruz
Ve yapmadığımız edepsizlik kalmıyor
Dakikalar boyunca
İnanılmaz
Kendimize gelince tabiiki okula dönüyoruz ama
Tam bir saat geç!
En çalışkan iki öğrenci olduğumuz için
Hiç azar işitmiyoruz
Kardeşim karizmayı çocukken yapacan,
bir daha asla sırtın yere gelmez

ekmek ayvası

yıl: 1976-77
Yarımca Ülküm Sitesi
Yaeamazlığın tarifinin yapılamadığı
Manyak bir çocukluk dönemi
Her türlü pislik bizde
Bisikletlerimiz var
İki tekerlekli
Akşamüzeri gün batımında
Atlıyoruz bisikletlere
Son sürat Yarımca’nın
Petkim İlkokulu civarındaki
Sitelerin yanlarında yer alan
Bahçelerdeyiz
Ayva ağaçları ile kaplı heryer
İyice alacakaranlık çökmüş ortama
Dalıyoruz ayva ağaçlarına
Yolup duruyoruz ayvaları
Doymak bilmeden onlarca
Dolduruyoruz torbalara
Ve bisikletlerimize geri dönüyoruz
Son sürat evlere dönüyoruz
Biliyor musunuz onlar hangi ayva
EKMEK AYVASI
Nesli tükenen o muhteşem meyve

Ceneneti aramayın, cennet işte o ayvada

lahmacunlar

ortaokuldayız:D

yarımca ortaokulu:D
nasıl pis bir iştah varsa
beyaz tahta depolama unsuru 
o adını bilmediğim şeylerde satılan
LAHMACUNLAR
et yok tabii
sadece soğan :D
Türk Lahmacununun en soğanlı hali
yahu hergün yenir mi
nohuttan çağrışımla geldi aklıma
o kadar yedim ki
vallahi de billahi de
annem hala bilmiyor
şimdi öğrense 
beni evire çevire döverD :D:D
sağlığımı o lahmacunlara borçluyum
bilin istedim
yıl 1979-1980

komik ama neyse

yıl:1998
Annem bana Salı Pazarından bir elbise almış
Elbise lacivert üzerine rengarenk çiçek desenleri olan
kat kat volanlı eteğe sahip
tam bir bohem stil
ve de ihraç fazlası
şahane birşey
görür görmez aşık olmuştum
elbiseye
neyse
tatilden dönmüşüm
çikolata rengiyim
saçlarım simsiyah ve uzuuuuuuuuuuuun
jöleyle kıvır kıvır yapıyorum o yıllarda
havamdan geçilmiyor
bir akşam Kadıköy'e gelmem gerekiyor akşam akşam
Saat 19.00 ı bulmuşum tabii
kolay mı beylikdüzünden kadıköye gelmek
Ümit'e rica etmişim, beni denizotobüsüne yetiştirmiş
ben de 19.00 gibilerde Kadıköy'e yetmişim
Yürüyorum çarşı içinden yukarıya
dükkanlar akşam modunda
kapı önünde birikmiş elemanlar
tıkır tıkır yürüyorum işte
bir anda bir SES:
"VAY BE, BİZİM SOKAKTAN MANKENLER DE GEÇERMİŞ"
demesin mi?
güler misin ağlar mısın
18 yıllık hayatımda yediğim
en güzel laf
utanmasam genci tebrik edecektim
hoş epeyce güldüm yürürken
kadınlardan lafınızı esirgemeyin
kızmaz aslında onlar
ama yerini iyi bulacak!
masumca