Renault 12 TS modelini hatırlar mısınız? 1974 yılında bu
arabadan bir tane de biz almıştık. Aslında babam TOFAŞ’ın arabalarından değil
de başka bir marka arabayı alan hain bir koçholding çalışanı gibi görünse de
aile baskısıyla bu arabadan alınmıştı. Beyazdı araba.
O kadar rahat etmiştik ki; her haftasonu mutlaka İstanbul’a
geliyorduk, Fatih ve Kadıköy’de yoğunlaşmış akrabalar ziyaret ediliyor, tek tek
dolaşılıyordu. Yemekler yeniyor, sohbet, muhabbet, gürültü patırtı iki gün
geçiriliyordu. Eskiden yemeğe 10 kişi oturmayanı döverlerdi, öyle yenirdi
yemekler. Hayatı kolaylaştıran ev aletleri o denli azıcık iken bu hacimle başa
çıkıyordu kadınlar. Yaz aylarında Yarımca’da bizim evde yaşanan hareketlilik
kış aylarında İstanbul’da oluyordu.
Mutlu yıllardı o yıllar, insan ilişkilerinin muazzamlığı,
bağlılık ve samimiyetin güzelliği anlatılamaz. Kimse yalnız değildi, hatta o
yıllarda “can sıkıntısı” diye bir kavram icat bile edilmemiş. Dünyanın en
haşarı çocuğu kardeşime rağmen durmaksızın gezebiliyoruz, çünkü o zamanlar
çocuk yaramazlığı da sıkmıyor insanları. Klasik çocuk yemekleri ise
köfte-patates kızartma ve yanında ya makarna ya da pilav. Zaten çocuklara başka
şey ver yemezdi o yıllarda.
Pazar günü olup da dönüşe geçince Bağdat Caddesi’ne
giriyoruz ve mutlaka Atlantik Sineması’nın altındaki DEDE’ye uğruyoruz.
ATLANTİK sineması şimdi Marks&Spencer denen yer! DEDE’den dil peyniri,
beyaz peynir (Edirne-sert) sosis ve macar salamı ile mutlaka midye dolma ve rus
salatası alıp evin yolunu tutuyoruz. Pazartesi akşamı yemeğimiz bunlar olacak.
Ben hala o sosisleri arıyorum, o mis gibi kokan sosisleri ama YOK. Hele dil
peyniri, buram buram süt kokardı DEDE’nin peyniri tel tel, lif lif ayrılırdı,
şimdikileri bıçakla kesiyorsun uzun uzun servis edemiyorsun, tadı da zaten
plastik gibi o da soysuzlaştı. Salam sosis ise yemesi büyük cesaret isteyen
tümüyle imitasyon gıdalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder