Bu Blogda Arayın

20 Mart 2017 Pazartesi

Kumcağız

İzmit Körfezi’nde kirlilik artınca 1976 dan sonra denize girmemeye başladık. Evimizin 50 metre uzağında şahane bir deniz varken sadece uzaktan bakabiliyorduk. Bu alışan için çok zor bir durumdu denize giremiyorsun, haftasonunu bekliyor ve uzaklara gidiyorsun.

Bizim de o yıllarda konu komşu sözleşiyor, iki üç araba toplanıyor, bagajda mangallarımızla Kumcağız’a gidiyoruz. Kumcağız Kocaeli’nin Karadeniz sahilinde, Kandıra ilçesine bağlı, Kefken, Kerpe gibi sahil beldelerinin arasında yer alan bir koy.


Allahın sipariş üzerine yarattığı enfes bir deniz, Karadeniz ama ne deniz! İncecik sapsarı kum, uçsuz bucaksız sahil, kumun bittiği yerde çardaklar gerilerde ise ağaçlar. İnsan gitti mi bir daha dönmek istemiyor.

Yol çok virajlı, bu nedenle de uzun sürüyor, önce Kandıra’da duruyor, meşhur etinden alıyoruz. Kandıra eti çok güzel, sebzeler, meyveler, ekmek, yoğurt vs. derken bagajlar doluyor.

Kumcağız’a geldiğimiz zaman öğlen oluyor ve biz sabırsızlıktan delirmiş çocuklar hemen denize koşuyoruz. Morarana kadar sudayız. Kefken’in denizi buz gibidir ama Kumcağız ılıktır ancak yine de morarmayı başarıyoruz, titreye titreye çıkıyoruz sudan. O sırada babalar mangalları yakmış, etler ızgaraya atılmış, bir diğerinde sebzeler közleniyor, içkiler, meşrubatlar havada uçuşuyor ve biz çekirge sürüsü saldırıyoruz.


Gün akşama dönünce yorgunluktan pelte olmuş halimizle arabaya giriyor, dönüşe geçiyoruz. Ah o eve gelince banyo faslı, çekilecek gibi değil. Yıkan, paklan, çamaşırları suya bas (ertesi güne ancak yıkanacak yok ki öyle otomatik makineler). Annem hemen çay demliyor, çayı çocukluğumdan beri çok severim. Çay içiyoruz, evde mutlaka kek vardır, birer dilim de kek yiyor yatıyoruz. Öyle yanmışız ki güneşten; sıtma tutuyor gece ama olsun. Denizdeydik ya doyasıya, her acıya değer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder