Ortaokudayım sanırım daha birinci sınıfta, daha büyük olmam
mümkün değil, yoksa bu çocukluğu asla yapmam (herhalde). Okula yürüyerek gidip
geliyoruz, yarım saat kadar sürüyor yol, ben ortaokulu Yarımca Lisesi-orta
bölümünde okudum. Canımın içi öğretmenlerimin çoğunun meslek hayatlarının ilk
yılıydı, hepimiz gençtik anlayacağınız. Güzelliği anlatamam, neyse konumuza
dönelim.
Okula giderken lojmanların alt kapısından girip E5’e bakan
üst kapısından çıkmak yolu haliyle kısaltıyordu, ayrıca güvenliydi de.
Dışarıdan dolaşmak 11-12-13 yaşlarındaki küçük kızlar için ürkütücü olabilirdi,
küçük yerdeydik ve ortalık tenhaydı.
Ama yaramazlık hiç bitmiyor ki, bu anlamda hala büyüdüğümü
kabul etmem. Lojman bahçesi enfes çiçeklerle dolu, çimleri bakımlı çok güzel
bir yer. Şimşirlerin çizdiği sınırlar arasında şebboy, gül, karanfil,
margarita, zambak ve nice güzel çiçekler rengarenk dans ediyorlardı. Dayanmak
mümkün değil ama nasıl olacak o iş?
Çiçek kopartmak için deliriyorum. Arkadaşlarımın da aklını
çelen bir şeytanım ayrıca. Evden jilet getiriyoruz, yerde sürünerek bizi
gizleyen şimşirlerin arasından sızıyoruz ve güllerin yanına yaklaşınca çıt çıt
jiletle tek darbede kesiveriyoruz. Gülleri çantamıza özenle koyup tüyüyoruz
oradan. Eve gelince onları vazoya yerleştiriyorum, hayran hayran seyrediyorum.
Ev hiç çiçeksiz kalmıyor. Hala çiçeklere deli olurum. İnsan yedisinde ne ise
yetmişinde de öyle oluyor. Bizim sevgilerimiz, tutkularımız doğduğumuz an bize
kodlanmış, başkaca hareket edemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder