Yıl:
1987
Üniversitedeyim, üçüncü sınıftayım, ilk sömestr. Pazar günü
gidiyorum(geliyorum) İstanbul’a, Cuma akşamı okul çıkışı trenle dönüyorum
Yarımca’ya. Güç bela yetişiyoruz trene, Haydarpaşa’da rekorlara imza atarak
yakaladığım trende mutlaka ayaktayız. Son dakika yetişmişsin oturman mümkün mü?
Saat 17.50 gibi Maslak’tan çıktığın ve tek saniye dinlenemediğin yolculukla GAR’a
varmışsın ve trende de ayaktasın.
Tren cehennem gibi sıcak, kaloriferleri cayır cayır yanıyor,
havasızlık inanılmaz, sanki MARS yüzeyindesin o kadar ağır metaller var
ortamda. Fotosenteze geçmek istiyorsun ama henüz evrimleşmemişsin, geridesin.
Tıngır tıngır ilerliyoruz, her durakta da illaki duruyoruz,
saatlerce sürüyor yol. Alışmışız her şeye; çocuğuz zaten, aklım fikrim evde ve
annemin yaptığı yemeklerde. Tam Darıca – Gebze arasında bir yerlerdeyiz ki;
tren duruyor. Elektrikli tren zırt pırt duruyor zaten, nasılsa birazdan hareket
eder diye konuşuyoruz öğrenci arkadaşlarla. Bu arada herkes birbirini tanıyor,
doğuştan gelme bir tanışıklık durumu, adını bilmesen de sayısız öğrenciyi
tanıyorsun. Üniversiteliler, liseliler, kolejliler vs. İzmit , Adapazarı havzası,
gençlerini okusun diye yığınlarla İstanbul’a emanet ediyor, tren kifayetsiz ama
ne yapacaksın. İşte bu kader birliği seni kardeş ediyor. Can ciğersin.
Bekliyoruz, bekliyoruz, bir saat oluyor tık yok. Dışarısı
zifiri karanlık, öyle tepeler arasındaki makiliklere rastlayan bir yerde
kalmışız. Hemen tren efsaneleri yazılıyor ama tüm palavralar, şakalar birden gerçek
oluyor. Evet tren birine çarpmış, raylarda yürüyen birine çarpmış ve öldürmüş.
Polis, savcı bekleniyor. Telsizle haber veriliyor, haberleşme şimdiki gibi
değil. Bir saat daha geçiyor, gecenin 10’u olmuş saat. Kimseye haber
veremiyoruz, cep telefonu yok, klube yok, bir şey yok. O an anladım ki;
teknoloji benim “haberleşme mühendisi” olmamı bekliyor. Sırf bu yüzden son
sınıfta haberleşme üzerine eğitim aldım. Yaptım mı? HAYIR yapmadım, İTÜ’yü hiç
sevmediğim için bana verdiği mesleği de kullanmadım.
Neyse biz gece yarısı 00.00 da Yarımca istasyonuna
varıyoruz. İstasyon babalarla dolu, herkesin babası gelmiş çocuğunu almaya.
Memurdan zaten bilgiyi aldıklarından merak etmemişler ama biz biliyor muyuz
bunları? Bilmiyoruz.
Trenler mi? Keşke
olsa şimdi de beklesek öyle. Haydarpaşa ile Pendik arasını koparttılar, Türkiye’yi
koparttılar. Çok özlüyorum o yokluk günlerini. Kurban olsunlar. O
tanımlayamadığım kokusuna, pis koltuklarına, sarsıntısına, düdüğüne, kurban
olsunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder