Bu Blogda Arayın

21 Mart 2017 Salı

Sivilce

Her nasılsa ya da niyeyse ortaokuldan liseye geçtiğim yıl benim alnımı sivilce basmıştı. Ailede herkes pamuk gibi, ciltler kaymak ama ben bir sivilce abidesi haline geldim. Yüzümde değil sadece alnımda gelincik tarlası gibi bir alan oluştu. Bakılacak gibi değil.

Hadi ben üzülüyor sıkılıyorum ama anne babam da olayı epeyce üzüntüyle karşıladı. Doktor, ilaç, haplar, solüsyonlar katiyen düzelme olmuyor. Cüzzamlı gibi birşeyim. Kahkül kestirdik alnımızı kapatıyoruz ama o daha zarar veriyor bölgeye, havayla teması kesmeyeceksin. Saç telleri değmeyecek falan. Ters etki ile birbirini körüklüyor vahşet.

Ya İstiklal, Ya İNCİ

İstiklal Caddesi trafiğe açık daha. Tarlabaşı yeni yıkılıyor, eski binaların temellerinde yaşayan FARE kolonileri soykırım karşısında çaresiz, sokaklarda terör estiriyorlar, fareye basmamak için zor yürünüyor ama İstiklal temiz!

Temiz kabul ediyoruz, Ağacami, Mis Sokak felan kepazeliğin her türlüsünü barındırsa da renkli yerler, nereden mi biliyorum, erkek kardeşim bir süre ara sokaklardaki bir vakıf evinde kalmıştı. Çok gezmişliğim vardır İstanbul’un en acılı damarlarında. Yalnız hiç rahatsız edilmedim, herkes haddini biliyor, hatta vakıf ve bizlerin oradan olduğu bilindiği için bırakın yan gözle bakmayı özel korumalarındayız fedailerin.

Geçelim Beyoğlu’nun tasvirini, caddenin ve semtin simgesi İNCİ pastanesi ve profiterolünü konuşalım. Üniversite hayatım boyunca aldığım 16 kilonun sebebi olan bu zalim tatlı için yaptıklarımı bilse İNCİ bana ömür boyu tatlı garantisi verir ama istemem.

20 Mart 2017 Pazartesi

Kumcağız

İzmit Körfezi’nde kirlilik artınca 1976 dan sonra denize girmemeye başladık. Evimizin 50 metre uzağında şahane bir deniz varken sadece uzaktan bakabiliyorduk. Bu alışan için çok zor bir durumdu denize giremiyorsun, haftasonunu bekliyor ve uzaklara gidiyorsun.

Bizim de o yıllarda konu komşu sözleşiyor, iki üç araba toplanıyor, bagajda mangallarımızla Kumcağız’a gidiyoruz. Kumcağız Kocaeli’nin Karadeniz sahilinde, Kandıra ilçesine bağlı, Kefken, Kerpe gibi sahil beldelerinin arasında yer alan bir koy.

Mercan Yuvası

Araba aldıktan sonra haftasonları daha güzel geçmeye başlamıştı. Özellikle yazın çok güzeldi, iple çekiyorduk Pazar günlerini. Cumartesi pek verimli değildi çünkü o yıllarda Cumartesi işgününden sayılıyordu ve büyükler çalışıyordu!

Her neyse biz her Pazar ya Tuzla’ya gidiyoruz ya da İstanbul’a. Tuzla çok önemli zira kardeşim dünyaya gelmeden önceki 2 yılı Tuzla’da, İstanbul Porselen’in lojmanlarında geçirmişiz. Babam Tuzla Porselende çalışıyor. Lojman hayatına ilişkin hatırladığım fazla bir şey yok Yarımca’ya geldikten sonra ailemin Tuzla’daki bağlantıları nedeniyle ben de çok seviyorum bu cenneti. Hele o denizi.

DEDE Şarküteri


Renault 12 TS modelini hatırlar mısınız? 1974 yılında bu arabadan bir tane de biz almıştık. Aslında babam TOFAŞ’ın arabalarından değil de başka bir marka arabayı alan hain bir koçholding çalışanı gibi görünse de aile baskısıyla bu arabadan alınmıştı. Beyazdı araba.

O kadar rahat etmiştik ki; her haftasonu mutlaka İstanbul’a geliyorduk, Fatih ve Kadıköy’de yoğunlaşmış akrabalar ziyaret ediliyor, tek tek dolaşılıyordu. Yemekler yeniyor, sohbet, muhabbet, gürültü patırtı iki gün geçiriliyordu. Eskiden yemeğe 10 kişi oturmayanı döverlerdi, öyle yenirdi yemekler. Hayatı kolaylaştıran ev aletleri o denli azıcık iken bu hacimle başa çıkıyordu kadınlar. Yaz aylarında Yarımca’da bizim evde yaşanan hareketlilik kış aylarında İstanbul’da oluyordu.

19 Mart 2017 Pazar

ve İTÜ

1985 yılında İTÜ’ye başladım. Evimiz de o yıl bitmişti ama oturulacak durumda değildi. Acıbadem’in 1980’lerde imara açılan yukarı bölümünde yapılan bir inşaattı. Evimizin olduğu siteyi akrabamız yapmıştı zaten. Her Laz müteahhit doğar ya illaki bir ev yapacaktır. Yollar açılmamış, mevcutlar çamur içinde, sokaklar tenha, ışıksız, bataklık gibi. Bugün Fikirtepe kentsel dönüşüm bölgesi nasıl film seti olarak da hizmet veriyorsa Acıbadem’de de benzer durum hakim o yıllarda. Ekmek alacak yer yok, yürünecek yol yok, çalacağın kapı yok. Bilfiil açlıkla yüzyüzesin.

Kenan Evren

Kenan Evren İzmit’e geliyor. Okullara yazı gelmiş, öğrenciler miting alanında hazır olacaklar. Kenan Evrenimiz, çakma Atatürk’ümüz, ülkeyi kurtaran adam! Anayasa yaptırdı onu oylatacak, dolaşıp duruyor. Sabahın köründe okulda hazır bulunmamız söyleniyor.

Söyleniyor da ben gitmiyorum. Gitmiyorum özetle. Ertesi gün okul idaresi ben ve birkaç öğrenciyi çağırıyor. Hayır yoklama da alınmış şaşırıyorum, aklıma bile gelmedi kontrol edileceğimiz. Öğretmenlerin düşürüldüğü duruma bak. Kamu ÖZERK olmalı kardeşim, okullar, kurumlar vs. Nedir bu baskı zulüm! Her neyse “niye gelmedin” sorusu yüzümde patlıyor, 14 yaşımdayım ve bir generalin mitingine niye gitmedim? Yanıtım yok. Babam izin vermedi, bu cunta hükümranlığına tümüyle karşı, anayasaya da HAYIR oyu vereceğiz, biz rejime karşıyız demiyorum tabii. Biliyorum ki öğretmenlerimin birçoğu da aynı görüşte.


Cılız bir sesle; “ben Yarımcada oturuyorum, çok uzak, o kadar erken gelmem imkansızdı, otobüs yok o saatte, gelemedim hocam” diyorum, o kadar. PEKİ diyor öğretmenim. Devletten korktuğum andır.

not: fotograf babama ait, urfa 1961 

Liseye gidiyorum

Ben Yarımca Ortaokulu mezunuyum, okulu dereceyle bitince İzmit Merkez Lisesi’ne kaydolma imkanım oldu. Aksi takdirde Yarımca’da ikamet eden birinin İzmit’teki liseye elini kolunu sallayarak gidip kaydolması mümkün değil, yani sıkı torpil felan lazım ama biz torpilden anlamayız,  yok bizde böyle şeyler, başarılı bir öğrenci olduğumu kanıtlayacağız işte o kadar. Babam okuldan gerekli belgeleri aldı ve bu hayatta her gün dua ettiğim Osman Abi’mize verdi. Osman Abi, bizim kasabımız, daha doğrusu Kocaeli Et Pazarı’nın sahibi güzel insan. İkamet kanıtlamaya çalışıyoruz, elektrik su faturaları türünden ıvır zıvır, benim belgeler, oradan buradan yazılar. Artık olursa olacak olmazsa da sorun değil Yarımca Lisesi’ne devam edeceğim. (Osman Abi'ye kucak dolusu teşekkür)

Çiçekler

Ortaokudayım sanırım daha birinci sınıfta, daha büyük olmam mümkün değil, yoksa bu çocukluğu asla yapmam (herhalde). Okula yürüyerek gidip geliyoruz, yarım saat kadar sürüyor yol, ben ortaokulu Yarımca Lisesi-orta bölümünde okudum. Canımın içi öğretmenlerimin çoğunun meslek hayatlarının ilk yılıydı, hepimiz gençtik anlayacağınız. Güzelliği anlatamam, neyse konumuza dönelim.

Okula giderken lojmanların alt kapısından girip E5’e bakan üst kapısından çıkmak yolu haliyle kısaltıyordu, ayrıca güvenliydi de. Dışarıdan dolaşmak 11-12-13 yaşlarındaki küçük kızlar için ürkütücü olabilirdi, küçük yerdeydik ve ortalık tenhaydı.

PETSAN

Petkim İlkokulu’ndayım ama Petkim Lojman kapısı sırat köprüsü gibi, Petkim Lojmanlarına çocuk olsan bile giremiyorsun, hele marketi var PETSAN aman Allahım, bugün ABD.ye gitsem vizesiz içeri girmeye ikna edebilirim belki memuru ama Petsan’a girmek mümkün değil. Öyle bir korunaklı yer ama bendeki azim de öyle bir güç ki dağları yıkıyorum ve arkadaşımla beraber bir şekilde markete girmeyi beceriyoruz, beceremezsek de suça zorla teşvik edilmiş günahsızlar olarak kaçak giriyoruz, kasada KART sorulunca da pişkin pişkin “YOK” diyoruz, elimizde sütlü çikolatayı gösterip parayı uzatıyoruz. Yahu çay, şeker, tuz, ekmek, pirinç, yağ almıyoruz ki, çikolata sadece bir paket çikolata. Fena mı? Stoklarınız tükensin de çikolatalar kurtlanmasın işte! Yokluk yılları ama o YOK olan şeyler değil bizim satın aldıklarımız, ana-babalarımızın ileri sürdüğü ajanlar değiliz. 

Kiraz Festivali

Yarımca  1968’de belediye olmuş bir belde, 
biz gittiğimizde ise henüz 4 yıllık genç bir belediyeydi.

Ama ne yer! Bildiğin cennet, yeşillik, bağ, bahçe, ayva, muşmula, kirazlar,  dağlarında ağıllar, kuzular koyunlar, denizinde balıklar, KİT.lerin yöreye taşıdığı insanlar, paralelindeki kurumlar, faaliyetler. Sevmesen de feyz aldığın uygarlık kırıntıları ve efsane başkan Hüseyin Avni Şirin! 68’ler solunun belediyecilik anlayışı ve şimdi (2003-2017-xxx) zehir gibi görülen oluşumlar, etkinlikler, ilişkiler. Yaşayan bilir.

16 Mart 2017 Perşembe

Divan Pastanesi

Kardeşim daha bebek, biz Tuzla’dan lojmandan çıkmış Erenköy’e taşınmışız – Bağdat Caddesi Kantarcı Rıza Sokak. 

Hani köşesinde Divan Patisserie var şimdi, eskiden Divan Pastanesi denirdi. Zaten sadece pastaneydi. Caddeye bakan tarafta değil de sokağın içindeki yüzünde dondurma köşesi bulunuyordu, o kepçeyle servis edilen dondurma ayrıydı, bu kısımdan musluk gibi şeylerden sade-kakaolu burgu şeklinde akan, kremamsı dondurma satılırdı. Ben miniciğim ama çok akıllıyım, annemin sözünden asla çıkmam, o kadar güvenilir biriyim,  sağlamlık konusunda daha o yaşta bir karizmam var. Elimde ya 25krş ya da 50krş tam hatırlamıyorum, evden oraya kadar kenardan kenardan yürüyorum, dondurma alıyorum, yalaya yalaya eve dönüyorum. 

Yazıya eşlik eden fotoğraf işte o evimizin duvarının önünde çekilmiştir, arkada görünen de evin balkonu ve benim en sevdiğim fotoğrafımdır.


Sanırım KOÇ Grubuna girişim böyle oldu, 1971 yılında!

Muska Böreği

1972 yılının Kasım ayı, Yarımca’ya taşınıyoruz. Erenköy’den Yarımca’ya.


4 yaşındayım tam hatırlayamıyorum anılar biraz sisli, hava gibi. Annem bir damlacık canıyla ev taşıyor, temizliyor, yerleştiriyor. Evimiz Ülküm Sitesi’nde birinci bloğun birinci katında. Eve giriş çıkışlarımız balkondan oluyor ilerleyen zamanlarda. Her neyse taşındığımız güne dönelim. Çok küçüğüz kardeşim daha bebek. Onu değil ama beni emanet ediyorlar komşumuza. Yapılacak o kadar iş var ki birilerinin bizimle ilgilenmesi lazım hem komşularımızda akranım çocuklar var. İşte hayatıma perçinlenmiş en güzel anı geliyor. Küçük bir masaya örtü seriliyor, tabaklar diziliyor (melamin modası var) ve muska börekleri geliyor çıtır çıtır. Benim bu hayatta en sevdiğim şey işte o muska börekleri. Peynirli!

Tetanos

Çok yeniyiz Yarımca’da
Evet yazın cennetteyiz ama kışlar o kadar güzel değil

Yazın her haftasonu ev dolup taşıyor, zeytinyağlıları börekleri, köfteleri, kızartmaları yapan, nevaleyi de alan paketleyip arabaya atıyor ve yola düşüyor, “cennette yaşıyorsunuz” edalarıyla bizi yalnız bırakmıyordu ama kışın pisti. Tek güzel olan şey kestanelerdi. Yine çalı çırpıdan yakılan ateş, minik közler ve üzerine atılan paslı teneke. Kestaneleri diziyoruz bir güzel hatta teneke yoksa doğrudan köze gömüyoruz. Sabırla pişmesini bekliyor, sonrasında afiyetle yiyoruz.

Yeliz1975

Sahilde çay bahçesi var yıl 1975. Sabahtan akşama kadar plaklar çalıyor, ses göklerde. Kulağımızda ise tek şarkı Yeliz’den.
Bu ne Dünya Kardesim,Seven Sevene.
Bu ne Dünya Kardesim Böyle.
Bir Garip buruk icim, bilmem ki niye.
Belki de Sevdigim yok diye.
Ne bir kürk ister bu şen gönlüm
Ne bir han ne de saray. . . . . . . .

Daha birbirini boğazlamaya başlamamış gençler ama havada yanık kokusu da var. Gerçi Kıbrıs’ı almışız, Karaoğlan baştacımız, olay milleti epey yumuşatmış ama fırtınadan önceki son güzel yıllar. Çocuğuz, işimiz gücümüz portakallı gazoz içmek ve bisküvi yemek. A bir de tonlarca ayçekirdeği, hatta TADIM o yıllarda çıkmıştı yanılmıyorsam, sadece TADIM tüketiyoruz, 50 gramlık kırmızı jelatinli minik paketlerle.  Çay bahçesi çok güzel, ceviz ağaçları var, gölgesi bizi koruyor ve altında masalar.  Koşuşturuyoruz oralarda.

Yaz bitip de güz geldiğinde herkes çekiliyor, zaten eskiden yazlar kısa sürerdi, Eylül ayı geldi mi üşürdük sahilde. Bu arada cevizler olgunlaşırdı. Kalın sopalar fırlatırdı abilerimiz cevizin yüksek dallarına ve yere yeşil cevizler dökülürdü. Önce yeşil kabuklar ayıklanır içinde nemli taze ceviz çıkardı. Kırılırdı bir taşla, taze ceviz alınır zarları ayıklanır ve yenirdi sütlü sütlü. Parmaklar simsiyah ceviz boyası, tamamen kalıcı! Okul açılırdı bizim eller hala beyazlamazdı. Kına yaksan daha iyi.
Ye iç eğlen çok kısa ömrün sev çünkü sevmek en kolay

Enrico Macias - Aux Talons De Ses Souliers (orjinali)

ÇAPARİ

Yalnız ve mutlu Ülküm Sitesi sakinleriyiz. Yaz aylarında cenneti yaşıyoruz. Deniz henüz kirlenmemiş, arada bir boya geliyor sahile, az biraz mazot ama olsun, daha canlılar ölmemiş, zira babamlar sandalla balığa çıkıyorlar ve çapari ile istavrit, bazen karagöz tutuyorlar, koca kovalarla. Körfezin balıkları çok çeşitli, istavrit, karagöz, gümüş, çinekop, gece çıkanlar lüfer avlayabiliyorlar. Hatta balığı geçelim, pavurya bile yakalamak mümkün, midyeler ise çoluk çocuğun oyuncağı, çalı çırpı ile yakılan ateşin üstüne atılmış paslı tenekelerde pişiyor o midyeler, mis gibi deniz kokusu dilinize vururken afiyetle yiyorsunuz. 

O kadar çocuğum ve o kadar aklımda. Nasıl mı? Çünkü ya 4 ya 5 yaşımdayım ama babamın peşindeyim. O küçücük tahta sandalın içinde 4 yaşında bir çocuk ve denizin ortası. Günümüzde ancak masal filmlerinde olur herhalde, kimse inanmaz. Bazen öyle bol balık oluyor ki çekilen her oltada 8-10 balık kıpır kıpır oynuyor, kova dolup taşıyor eve erkenden dönülüyor.

11 Mart 2017 Cumartesi

Piyesler

1970’ler

Kiraz bahçelerinin arasında, deniz kenarında üç apartmandan oluşan bir sitede Ülküm Sitesi’nde yaşıyoruz Yarımca’da… toplam 24 hane var. Denizle aramızda demiryolu bulunuyor, trenler geçerken yataklarımız sallanıyor. Kömür yakan kara treni bile gördüm ben o yıllarda. Sitenin etrafında hatta uzaklarında inşaatı devam eden kooperatif evleri var ama genelde kiraz, ayva, muşmula bahçeleri, çayır, kır, zeytinlikler (ki bu ayrı bir öykü konusu), hatırı sayılır ceviz ağacı, böğürtlenlerini yediğimiz uçsuz bucaksız dikenler ki bu dikenlerin arasında yaban gülleri (kuşburnu oluyor sonra onlar), güllerin arasında her gece konser veren bülbüller… uzatmayayım saymakla bitmez… bu kadarcığız, aramızda bir, iki, üç, dört yaş farklara rağmen akran çocuklarız… kimi abla veya abiler kimi ise fasulyeden sayılan minikler… işte bu ekipten çok iş çıkabiliyor, her yıl müsamere etkinliği yapılıyor.

10 Mart 2017 Cuma

Dut Ağacı

 1970’ler
Oturduğumuz sitenin etrafı duvarla çevrili
Duvarın hemen ötesi kiraz bahçesi
Atlıyorsun ve kirazların arasındasın
Arkaya doğru ilerledikçe
Tam da duvarın dibinden
Bizim bahçeyle kiraz bahçesi arasında kalmış
Bir dut ağacı var
Beyaz dut
Salkım salkım bal gibi meyveler veriyor her yaz
Dalları da birbirine ve yere paralel
O kadar güzelki şekli
Sanki Allah biz çocuklar için yaratmış
Sunduğunu geri çevirmiyoruz tabi
Bütün gün ağacın dallarındayız
Hem yiyoruz hem de oynuyoruz
Ama ne oynuyoruz
Otelcilik
Dut ağacı bir otel
Her dal bir kat ve oda
Hepimiz bir odaya yerleşiyoruz
Hem yiyor hem oynuyoruz
Kuşlar gibi, tırtıllar gibi
Şahane bir ortam, gölge falan
Mis gibi
Hem biz hem arkadaşlarımız
Efsaneyiz
O dut ağacı 2010’da bile duruyordu
Konukları sadece kuşlardı
Meyvelerinden yedik yine

kovulma

yıl: 1979

O yaz Ülküm Sitesinden Evrim Sitesine
Kendi evimize taşındık
Ben çok üzgünüm tabii
4 yaşımdan 11 yaşıma kadar
Koşturduğum o bahçe
Canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım
Yaşadığım ilk ayrılık
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Yeni ev uzak değil
Yürüyerek 5 dakika sonra
Eski eve varabiliyorsun
Bir gün yine inmişim eski eve
Sitenin yaşlılarından
Pek de bilmiş bir hanım teyzemiz
Bana balkondan bağırdı!
“ne işin var senin burada”
“ne gelip duruyorsun”
“hadi yallah artık kendi mahallene”
60 yaşında kadın
11 yaşındaki çocuğa karşı
Ben faşizmi işte o zaman yaşadım
Adını duymuştum ama
Irkçı faşizmin ne olduğunu bilmiyordum
Tüm hücrelerim sarsıldı
Resmen ötekileştirilmiş
Vebalı muamelesi görümüştüm
O kadar üzüldüm ki
Bir daha adım atmadım oraya
Annem de bana
“zaten büyüyorsun ortaokula gideceksin”
“oradaki yeni arkadaşlarınla birlikte olursun”
Demişti
Yüreğime su serpti ama
Unutmamı da sağlayamadı


9 Mart 2017 Perşembe

telefon

Yıl: 1977-1978-1979
İlkokuldayız
Canım arkadaşım Odil Tunalı
Aynı sırada ve aynı zaman diliminin
Yediklerindeniz
Ben onun kadar zeki değilim
O deha ama bir şekilde
Yanında olabiliyorum şükür
Olay yaramazlık paydasında cuk oturuyor
Yapmadığımız haylazlık yok
Teneffüste okulun lojmanlara açılan
Alt kapısından tüyüyor ve
Odillerin evine gidiyoruz
Doğru telefona
Rastgele numaralar çeviriyoruz
Ve yapmadığımız edepsizlik kalmıyor
Dakikalar boyunca
İnanılmaz
Kendimize gelince tabiiki okula dönüyoruz ama
Tam bir saat geç!
En çalışkan iki öğrenci olduğumuz için
Hiç azar işitmiyoruz
Kardeşim karizmayı çocukken yapacan,
bir daha asla sırtın yere gelmez

ekmek ayvası

yıl: 1976-77
Yarımca Ülküm Sitesi
Yaeamazlığın tarifinin yapılamadığı
Manyak bir çocukluk dönemi
Her türlü pislik bizde
Bisikletlerimiz var
İki tekerlekli
Akşamüzeri gün batımında
Atlıyoruz bisikletlere
Son sürat Yarımca’nın
Petkim İlkokulu civarındaki
Sitelerin yanlarında yer alan
Bahçelerdeyiz
Ayva ağaçları ile kaplı heryer
İyice alacakaranlık çökmüş ortama
Dalıyoruz ayva ağaçlarına
Yolup duruyoruz ayvaları
Doymak bilmeden onlarca
Dolduruyoruz torbalara
Ve bisikletlerimize geri dönüyoruz
Son sürat evlere dönüyoruz
Biliyor musunuz onlar hangi ayva
EKMEK AYVASI
Nesli tükenen o muhteşem meyve

Ceneneti aramayın, cennet işte o ayvada

lahmacunlar

ortaokuldayız:D

yarımca ortaokulu:D
nasıl pis bir iştah varsa
beyaz tahta depolama unsuru 
o adını bilmediğim şeylerde satılan
LAHMACUNLAR
et yok tabii
sadece soğan :D
Türk Lahmacununun en soğanlı hali
yahu hergün yenir mi
nohuttan çağrışımla geldi aklıma
o kadar yedim ki
vallahi de billahi de
annem hala bilmiyor
şimdi öğrense 
beni evire çevire döverD :D:D
sağlığımı o lahmacunlara borçluyum
bilin istedim
yıl 1979-1980

komik ama neyse

yıl:1998
Annem bana Salı Pazarından bir elbise almış
Elbise lacivert üzerine rengarenk çiçek desenleri olan
kat kat volanlı eteğe sahip
tam bir bohem stil
ve de ihraç fazlası
şahane birşey
görür görmez aşık olmuştum
elbiseye
neyse
tatilden dönmüşüm
çikolata rengiyim
saçlarım simsiyah ve uzuuuuuuuuuuuun
jöleyle kıvır kıvır yapıyorum o yıllarda
havamdan geçilmiyor
bir akşam Kadıköy'e gelmem gerekiyor akşam akşam
Saat 19.00 ı bulmuşum tabii
kolay mı beylikdüzünden kadıköye gelmek
Ümit'e rica etmişim, beni denizotobüsüne yetiştirmiş
ben de 19.00 gibilerde Kadıköy'e yetmişim
Yürüyorum çarşı içinden yukarıya
dükkanlar akşam modunda
kapı önünde birikmiş elemanlar
tıkır tıkır yürüyorum işte
bir anda bir SES:
"VAY BE, BİZİM SOKAKTAN MANKENLER DE GEÇERMİŞ"
demesin mi?
güler misin ağlar mısın
18 yıllık hayatımda yediğim
en güzel laf
utanmasam genci tebrik edecektim
hoş epeyce güldüm yürürken
kadınlardan lafınızı esirgemeyin
kızmaz aslında onlar
ama yerini iyi bulacak!
masumca

SAP geçişimle süslenmiş

yıl: 2002-2003
SAP'e geçiyoruz
perişanız yorgunluktan
cumartesi pazar diye bir şey yok
yedi gün 24 saat işletmemizi
analiz ediyor
ciğerlerine, kılcal damarlarına
giriyoruz
canımız çıkıyor
uyku yok
yemek yok
nefes yok
ben mide kramplarından sefil
birara 2 saat vakit bulup doktora gidiyorum
reflü diyor bir sürü ilaç
her neyse diyorum
bu namus meselesi
geçeceğiz
ve benim sorumluluğumdaki kısım
ikilemeyecek
şıp diye geçecek
dördüncü beşinci sonraki sürece kadar
bütün senaryoları simüle etmişim
işte o yorgun günlerin ardında kaçtığımız yer
KANATÇI MUHTAR
beylikdüzünü bilir misiniz
inşaat mafyasının tam olarak ırzına henüz geçmediği
bir sürü boş alanın halen var olduğu
iyi kötü herşeyin de bulunduğu
sakin beylikdüzü
işte Balıkçı Kenan'dan sonra bir efsane Kanatçı Muhtar
hayatımın en güzel mezelerini ve
kanat ızgaralarını yediğim o güzel mekan
saz söz kanat bira
offfffffffffffffffffffffffffff
işte bu zevki tadamamış
ruhları solmuş manyaklarla çevrildiğimiz bu acı günlerde
eski anılar ne kadar tedavi edici
hayatında - yorgunluktan geberirken
kanat, patates ve bira ile
birazcık gevşememiş
hain, nefret yüklü manyakların
üstümüzden geçtiği
bu dönemleri hiç hatırlamamak umuduyla yarınlara
HAYIR HAYIR HAYIR
not: 1.1.2003 de SAP'ye geçtik
benim süreçlerim tümüyle sorunsuz
gururumdu
namusumdu

Yarımca'dan yine

Yıl: 1972-1977 dolayları
1977 yazdım çünkü sağcı Alaattin Şener'in Yarımca'yı ele geçirdiği yıldır 1977
Her neyse
İstanbul gibi bir ilin, Caddebostan, Erenköy gibi semtlerinden
İş nedeniyle
ma-aile geldiğimiz belde
hem de 1972'de
Annem hayatında İstanbul'dan başka yer görmemiş bir genç kadın
İstanbul cemiyet hayatında arz-ı endam eden güzeller güzeli modern bir insan
Sen kalk, bir bakkalı bile olmayan
Kiraz ağaçlarıyla kaplı
kuş uçmaz kervan geçmez bir köy
eşekle sebze satan Yarımca köylümüzün getirdikleriyle tencere kaynatan bir kadın haline gelmek
Ekmek için bile 10 dakikalık yolu yürüyerek aşmak
ama ama ama
bütün bunların dışında
şimdilerde kaçmak için aradığımız cennetlerden biri o zamanlar Yarımca
tertemiz deniz
mis kokulu ağaçlar
hergün ağlarla denizden çıkan balıklar
istarvit, çinekop, gümüş, 
bildiğin cennet
eş dost akraba haftasonunu zor bekliyor
toplanıp bize gelecekler
deniz kıyısında enfes bir parti hayatı
kışın yakılan ateşler
pişen kestaneler
hatta paslı tenekeler üzerinde kızartılan midyeler
aman yarabbi
işte o yıllarda Yarımca'da
Yarımca'yı Yarımca yapan adam
Hüseyin Avni Şirin belediye başkanı
kocaman açıkhava tiyatrosu
Her yıl İstanbul Festivali'ne gelen grupların
ikinci uğradığı yer
konserler, dans gösterileri, tiyatrolar
untulabilir mi?
sonra bir gün bir sağcı-dinci belediye bakanı oldu
alaaddin şener denen herif
hayat durdu
bunlar hep ipucuydu
bu bademler ipucuydu aslında
yılanın başı o zaman ezilecekti
hiç bulaşmayacaktı bu virüs insanlara
yazık oldu
Türkiye işte böyle yok oldu
bugünler ne ki?
Olan 1980' gelmeden oldu
Nurlar içinde yat Hüseyin AvniŞirin
Sen de cehennemde yan Alaattin Şener ve senin gibiler

NOT: Kızkardeşi üst katımızda otururdu, 3 çocuğu vardı büyük kızı ebru üstün zekalıydı, kızı ikolkuldan sonra okutmadılar
zavallı, başını bağladı eve hapsoldu
1999 depreminde ailenin en küçük çocuğu ve tek oğlu malesef öldü.

1978 i hatırlar mısnız

yıl 1978
çocuğum 10 yaşında falan
dans aşkım hep vardı
BALE'ye gidiyorum, bale yapıyorum
Buz Patenine hayranım
o zamanlar tv.ler siyah-beyaz
Allah rahmet eylesin Kenan ONUK sayesinde
Buz Pateni yarışmalarını yayın hakkına sahip kurumlardan biri TRT
hey gidi günler hey
ne efsaneleri izledik biz
hem de siyah-beyaz
renkliye geçince dünyamız aydınlandı
irina rodnina and alexander zaitsev çifti
Scott Hamilton tek erkeklerde
Katarina Witt tek bayanlar
Jayne Torvill / Christopher Dean buz dansı
Natalia Bestemianova / Andrei Bukin buz dansı
Yevgeni Pluşenko tek erkekler
Denise Biellmann tek bayanlar ve meşhur Bielmann lalesinin mucidi
daha neler neler
insan çok üzülüyor
bunları anımsadıkça
her neyse
ben çıldırıyorum paten yapanlara
o zaman türkiyede yok böyle şeyler
bir buz pisti bile yapılamıyor
ne bok varsa bu ülkeye her şey çok geç geldi
gelince de manyaklar gibi saldırıldı
bir halta yaramadı
ben evdeki en büyük tepsiye
devasa börek, baklava tepsisi 
su doldurup zorla buzluğa koymuş
dondurmuştum
güya üstünde paten yapacaktım
akla bak
zeki olduğumu sanan dostlar
böyle bir salaklık var mı? 
diye sormuyorum
aklımda kalan annemin gülmekten bayıldığı
sormak istediğim aslında şu
YIL 2016 VE BİZ NİYE ARTİSTİK BUZ PATENİ YARIŞMALARINI İZLEMİYORUZ
kadın bacaklarından tahrik olan manyakların ülkesinde olduğumuz için mi?
LCD 60" tv.tye tecavüze kalkışanlar olduğu için mi?
yahu niye?
ALLAH BELANIZI VERSİN

yenilerden 2017

yıl: 2017 (daha dün) 6 Ocak
KAR henüz gelmeden, saat 16.30 civarı "gideyim de ekmek alayım" dedim
Bir üst caddede büyük bir tekel bayii-kuruyemişçimiz var, çok temiz ve şık bir dükkan... bayılırım rengarenk şişelerin kuruyemişlerin olduğu bu tip dükkanlara
Gazete ve ekmek de satıyor
Bana göre Kadıköy'ün en güzel ekmeği Fenerbahçe Stadının karşısındaki odun fırınında yapılmakta (eski usul) kalın kabuklu içi çamur gibi olmayan ekmekler (tövbe, neyse)
İşte bizim yakın tekel bayii de o fırından alıyor ekmekleri
Fırına yürümeye üşendim bayiye gittim, leblebi fıstık felan da alacağım.
Saat 16:35 gibi tekeldeyim, baba-oğul vardiyalı bulunuyorlar dükkanda
sordum gence
"ekmek yok mu"
- gelmedi abla bekliyoruz
dedi
"iyi bekleyelim o zaman, şimdi eve git geri gel aynı hesap"
dedim
iyiki de beklemeişim 
:)
inanın bir kitap yazılmazsa ne olayım
dükkanda sirkülasyon olağanüstü
bu arada kardeşim millet nasıl sigara içiyor yahu, 10 dakikada 50 sigara sattı arkadaş
yaşı 68-70 civarında, son derece iyi giyimli, atilla ilhan kılıklı bir adam geldi
elinde paketler
paketlerin birinde Kadıköy ÇARŞI'nın meşhur balıkçılarından alınmış bir torba, torbada en az 3 kg sarıkanat var!
"bir büyük kulüp versene" dedi
- hmmmmmmmmmmmmmmmm akşam alem var anlaşıldı dedim içimden
"kaç lira"
-101.5TL abicim
* 100TL veririm
demesin mi?
* artık pazarlık yapıyorum ben 
diye de devam etti
şakalaşmalar gülüşmeler falan filan
bizim genç 
-peki abi yaaa canın sağolsun
dedi
adam kredi kartını uzattı, parayı ödedi ve gitti
GİTTİ
ben ŞOK
kapı kapandığı gibi
"YUH, hadi pazarlık yaptın, 100TL.yi çıkarıp bıraksana tezgaha, adama bak"
dedim
genç kardeşim
-benim kar'ım uçtu gitti, insanlar böyle abla nepacaksın
demesin mi?
yani hıyar dükkan sahibine ödetti içki parasını resmen
- sen dur biraz daha ablacım neler neler göreceksin
dedi bana
-bak benim dükkanın ortağı bu POS cihazı diye de ekledi
evet durdum, ekmek 17:10 da geldi
yarım saat durdum orada, sohbet ettim falan filan
daha beter muhabbetlere de tanık oldum, sigara alıp KK uzatanlar bilmem ne... 2 paket marlboroya 25tl.yi hemen veremiyorsan o boku içmeyeceksin ama işte... rakıya verecek paran yoksa sen de kulüp değil yekta mekta falan içeceksin hıyar adam!
biz salağız herhalde, bu insanlardan bir nane olmaz, salak salak yaşarız, boşver

1980 e giriyoruz

1 9 8 0 yılbaşı gecesi, 1979'dan 1980'e girdiğimiz yılbaşı
Yarımcadaydık, o yıllarda hep komşularla program yapılırdı (küçük yer, lojman, site mantığı) imece usulü hazırlanan mükemmel yemekler yenir, içkiler içilir gece 12den sonra da oyunlar oynanırdı... konken, tombala, o bu şu... en önemlisi de tv de yayınlanan yılbaşı özel eğlence programı idi, siyah-beyaz... sabısızlıkla Nesrin Topkapı beklenirdi https://www.facebook.com/images/emoji.php/v6/f51/1/16/1f603.png:D o da siyah-beyaz tabii https://www.facebook.com/images/emoji.php/v6/f4c/1/16/1f642.png:)
o gece 12.00'a doğru kar yağmaya başlamıştı https://www.facebook.com/images/emoji.php/v6/f4c/1/16/1f642.png
:) hayatımda ilk defa yılbaşı gecesi kar yağdığına tanık olmuştum, filmlerde yaşanan romantizm ilk kez 1980'e girerken gerçekten oluvermişti. 
Hiç unutmam ne güzel bir kardı yağan
1980'i soruyorsanız
KEŞKE HİÇ GİRİLMESEYDİ O YILA
KEŞKE ZAMAN O ZAMAN DURSAYDI
BU ÜLKE 1980'İ VE GETİRDİKLERİNİ HİÇ YAŞAMASAYDI
1980:
nüfus: 44.736.957 imiş
Annem hala aynı alışkanlıkla her yılbaşı televizyonda "özel eğlence programı" izleme peşindedir ama hiçbir yıl aradığını bulamaz

daha da eskilere gideyim (1976)

1976 yılına girdiğimiz yılbaşı gecesi
yine Yarımca'dayız, o zaman demiryolunun hemen yanında denize karşı bir sitede oturuyoruz, karşımız kiraz bahçesi, evin arkası uçsuz bucaksız kırlık, çayırlık, kuzeye bakan taraf size sonsuzluk gibi geniş bir arazi, ağaçlar, bitkiler bilmemneler... böyle bir yerde 3 adet blok!
Çok küçüğüm ve yine komşularla yılbaşı olayındayız
Annem bana desenli kadifeden yelek ve etek dikmişti
o yıllarda desenli kadife modesi var, anneme ise teyzem Almanya'dan biri yeşil üstüne diğeri ise lacivert üzerine çiçek desenli iki kadife pantolon getirmişti... sanırım yeşil olan büyük bedendi (40beden - annem o zamanlar 40kg felan, 36 beden bile bol geliyor), daraltmakla mı uğraşacak kadifeyi, hemen cart curt söktü, içindeki renklerden kızıl-bordo düz renk 30cm kadar kadife kumaş aldı, bana dört parça kloşumsu bir etek ve kocaman ikili yakaları düz kadifeden olan bir de yelek dikti, takım (koyu yeşil ve bordonun muhteşem uyumu)... yine kadifeden düğme bastırdık, yeleğin 3 adet kocaman düğmesi de bordoydu... annem şahane dikiş dikerdi, kıyafetim enfesti... ben yakası ve kolları dantelli beyaz bluzumla o takımımı giymiştim yılbaşı akşamı... bir de çok fazla yemek yediğim için midem bulanmıştı biraz... çocukken fazla yedim mi hemen midem bulanırdı, oburdum çünkü, bulanana kadar yerdim demek ki! https://www.facebook.com/images/emoji.php/v6/f51/1/16/1f603.png
:D Başka birşey hatırlamıyorum çünkü o yıllar gerçekten herşey o kadar azdı ki, tv.yi mesela! Evet televizyon vardı evde ama programlar nasıldı hatırlamıyorum. Bu da böyle bir anı

Sabahtan beri yağan yağmura (sulu kar bile değil, iğrenilesi bir karaktersizlikte birşey yağıyor) bakarken aklıma geldi

bir yılbaşı anısı (1987)

bu kez 1987'ye giriyoruz, 31 Aralık 1986 günü... 

Hava inanılmaz sıcak, ben o zaman İTÜ'deyim ve ders çıkışı Acıbadem'e eve geldim annemler de beni evden alıp Yarımca'ya gideceğiz... o zaman araba klimalı değil renault-9 1985 model (yeni sayılır hahahaha) arabada pişiyoruz resmen güneş, sıcak yakıyor bizi aman yarabbi.. kışın zamansız sıcağı hiç sevmem, zaten 1987 yılı anormal bir yıldı Mart başı o ünlü 1987 kar'ı yağmıştı İstanbul'a, manyak girdi yıl, manyak da devam etti
O sene yine komşularımızla kutlayacağız
Hindi ve iç pilav yaptırıldı (18-20 kişiyiz), çörek, börek, salata, tatlı ve dolmalar evlerde imalat, homemade yani 
https://www.facebook.com/images/emoji.php/v6/f4c/1/16/1f642.png:)
Bu sefer çocuk değil gençler takımıyız, herkes büyük yani, öyle tombala mombala oynanmıyor vur patlasın çal oynasın modu hakim
Annem bana saks-mavi etek ve korsajlı bluzdan oluşan çok güzel bir takım dikmişti, bir düğünde giymiştim takımı, fırsat bu fırsat diye yılbaşı gecesi de giydim kıyafetimi... ne eğlenmiştik yaaaaaaaaaaa, sabahın 6sında kalkıp okula gitmiş, akşam üzeri Yarımcaya dönmüş biri olarak yorgunluktan iflahım kesilmişti ama gençlik işte, sabaha kadar oturabilmiştim
Eski günler güzeldi
1987 mi?
o Mart ayındaki kar'dan sonra da iyi devam etmedi, hem de hiç iyi değildi, hiç sevmem 1987'yi...