Trabzon Beşikdüzü'nde yaşayan Horoz Hasan dinamitle balık avlıyormuş, babası defalarca uyarmış "oğlum bu boku bırak, kolunu koparacaksın, geberip gideceksin yapma etme"... ı ıh... Hasan dinlemiyor ve yine dinamitle balığa gidiyor ama bu sefer elinde patlıyor dinamit, parmaklar kopuyor... Hasan kan revan içinde, herkes koşturuyor, doktora yetiştirecekler ... babası da yetişiyor, bakıyor... "hah şimdi oldu işte, o elini arkana çevirir götüne sokarsın artık, tam göte geçmelik olmuş"
ANILAR
Herkesin hayatı bir sanat eseridir. Bunu belge haline getirenler ise akıllıdır! Bilmediğimiz ama mükemmel ne yaşamlar gelip geçmiştir, haberimiz olmadan, yazık değil mi? Ya BELGE TOPLAYIN ya da BELGE BIRAKIN dostlar. Ben bırakmayı tercih ediyorum ama mutlaka ve mutlaka kendi hikayenizi yazın, bayılacaksınız
Bu Blogda Arayın
13 Temmuz 2025 Pazar
13 Aralık 2019 Cuma
RC Arnavutköy (aralık 2019)
Bilmiyorum 5 miydi yoksa 6 mıydı yaşım? Çocuktum, hayal meyal hatırlıyorum o zamanları, hayaldi belki ama gerçek olan kısmı son derece belirgin zihnime kayıtlıydı. Bugün o kayıtlardan sahneleri tekrar yaşadım. Duygusal anlamda olağanüstü bir zaman yolculuğunu gezi tadında nasıl kaleme dökeceğimi hiç bilemiyorum. Ancak bunu yapmalıyım, bir yer değiştirme, bir yolculuk nasıl bir gezi olabilir bunu ifade etmeliyim. Bu benim borcum.

Nereye mi gittim?
Arnavutköy’e!

Yeniden dönüyorum yıllar öncesine. Bu bahçe benim çocuk beynime Hansel&Gratel masalını çağrıştırmıştı, o küçük evlerin pastadan olduğu gibi hislere kapılmış, anaokulunda kardeşimle geçirilen bir günün sonuna kadar ben biraz bahçede biraz içeride oyuncaklar arasında kendimden geçmiştim. Bir de unutmadan piyanodan da söz edeyim, müziğe yeteneğim olmadığı da burada ortaya çıkmıştı. Bugün yürürken hep o anlara döndüm döndüm durdum. İşin en güzel tarafı; bu gidişimde yeniyıl etkinliğinin olması ve noellere ilişkin masalsı her şeyin organizasyon alanında bulunmasıydı. İki zaman dilimi bu atmosferde birleşmişti. Ah Einstein ne muhteşem adamsın sen, “Zaman Görecelidir” diyorsun ya, hem göreceli hem de üçkağıtçı! Arada bir kendini tekrarlayarak bizlere oyun oynayabiliyor sanki yeniymiş gibi.
Aralık ayına rağmen ılıman ve aydınlık hava, bir türlü sararamamış; zorlamayla kendini düşürmüş yapraklar, nem, nemin ürpertisi, sıcacık bina, mis gibi kurabiyeler, mis kokulu kahveler, kantinde ergenler gibi dibine vurulmuş sohbet, genç öğrenciler, onların güzel yüzleri, güleç bakışları, enfes çaylar, bırakmaya kıyamadığımız ortam ve güzel arkadaşlar. İnsan hayatta başka şey istemez. Dünya turuna çıkarsınız da iki satır yazamazsınız, yarım gün geçmişle günümüz arasında turlarken kendinizi durduramazsınız. Benim bu seferlik GEZİ’m böyleydi. Anılarıma da ekleyeceğim bu satırları ama bu bir gezi yazısıdır, unutmayın. Nereyi mi yazdım? Arnavutköy, Robert Kolej ve ZAMAN’ı
5 Ekim 2019 Cumartesi
Bahariye Banktaki Teyzeler (2018)
Bahariye Caddesi’ndeyim, geçen yıl olsa gerek, 2018’in sonu
gibi… Tramvay yolundan ters yönde yürüyorum ki bu benim rahat yürüme yöntemim,
karşıdan araba gelince kenara çekiliyorum, yol boşken rahat rahat kimselere
çarpmadan, kimseler de bana çarpıp ayaklarıma basmadan yürümek için
geliştirdiğim bir yöntem bu. Tramvay geliyorken de önce fotoğraf çekiyorum sonra
hemen kenara zıplayarak çekiliyorum.
O gün de benzer şeyi yaptım tam Aya Triada Kilisesi’nin
hizasındayım ki tramvay yaklaştı ben de kendimi kaldırıma attım. Caddede
kaldırımda 10 metre arayla oturma bankları var. Kilisenin duvarına bitişik
bankta oturan üç teyzeye gözüm ilişiyor. Bu teyzeler 60-65 yaşlarında hatta
kesin 65’ler. Uzun etekleri, üstünde uzun kollu desenli pamuklu bluzları ve bir
de yelek giyinmiş tipik Türk teyzeleri formundalar. Başlarında tülbent örtüleri
var, saçlar önden azıcık görünüyor, görünen kısmın birazı kınalı, boyunlarının
altından bağlanmış yemeniler bunlar ve en sağdaki teyzemin (hatta artık abla desem
daha doğru olur, taş çatlasa benden 15 yaş büyüktür) elinde bir harita metod
defteri var. Göz ucuyla bakıyorum deftere, inanamıyorum. Bizim ilkokulda güzel
yazı derslerinde gördüğümüz ve yaptığımız gibi aynı cümle alt alta defalarca
yazılmış ama yazı da inci gibi.
Hemen anlıyorum, kadın yazma öğreniyor. Yaklaşıyorum ve
hafifçe sarılır gibi yaparak; “aman senin ne güzel yazın var öyle” diyorum.
Aslında ne diyeceğimi de bilemiyorum, yıl olmuş 2018 ve hala okuma öğrenen var
diye de üzülüyorum, kadını utandırmak istemiyorum, artık tahmin edin durumumu;
ne şebeklik yapacağımı bilemeyerek debeleniyorum. Yalnız kadın çok samimi, beni
rahatlatıyor, debelenerek ölmekten kurtarıyor.
- - Ben okuma-yazma kursuna gidiyorum
diyor…
- - Aaaaa sahi mi nerede bu kurs
- - Okulda, ilkokulda
- - Ah ne kadar güzel, yahu sen şimdiye kadar
öğrenmemiş miydin
- - Yok yok nereden öğreneceğim, babam göndermedi, kocam
ne gerek var dedi, çocuklar sıkıldı, torunlar bile öğretmedi, yalvardım
yalvardım hep yaya kaldım
- - E olsun bak şimdi öğreniyorsun ne olacak ki
- - Olur mu, okutmadılar beni, cahil kaldım, hep
utandım
- - Gazete dergi kitap okursun boşver, zaten
gençliğinde okuyacak zaman bulamazdın şimdi zamanın bol sürekli okur yazarsın
- - İnşallah
dedi…
2 Ekim 2018 Salı
RayBan (80ler 90lar)
bugün yürüyerek daha kısa sürdüğü için evimden çıktım nautilus ve koşuyolu caddesinin başına yürüdüm sadece 6,5km tutuyor birşey değil.
yürürken müzik dinlemeyi sevmiyorum çok tehlikeli istanbul trafiğinde
kafamdan eskiler geçti, çünkü hava aşırı sıcak ve pis bir eylül güneşi gözleri deldiğinden aklıma geldi anlatayım;
bakın şimdi hoşunuza gidecek
yürürken müzik dinlemeyi sevmiyorum çok tehlikeli istanbul trafiğinde
kafamdan eskiler geçti, çünkü hava aşırı sıcak ve pis bir eylül güneşi gözleri deldiğinden aklıma geldi anlatayım;
bakın şimdi hoşunuza gidecek


Ogün bugündür güneş gözlüğüne verdiğim paralara çok acıdığımdan ve kendimi asla affetmediğimden işporta 35-40tl.liklere takılıyorum... güzele herşey yakışır
;)

RayBan'den başka güneş gözlüğü almam o da ayrı mesele
26 Eylül 2018 Çarşamba
Böğürtlenler (1980.ler)
Yarımca'da oturduğumuz sitenin önünde dere vardı derenin ötesi de Yarımca-Seramik (Porselen) fabrikasının lojmanlarına kadar uçsuz bucaksız ben diyeyim 1 hektar siz deyin 5 hektarlık alan Zeytin, Muşmula, Ayva, Ceviz ağaçlarıyla kaplıydı ve bütün boşluklar yabangülü ile böğürtlen dikenleriyle doluydu.
O yaban gülleri BÜLBÜL'lerin eviydi ki bahar aylarında konserlerini dinlemekten helak olurduk, böyle bir ses olamaz...
Çocukken derenin hemen öte kıyısında sebze bahçemiz olurdu domates biber fasulye maydanoz gibi basit şeyler ekilirdi, pazardan gidip alınırdı fideler nisan mayıs aylarında... ha bir de kurusoğan gömülürdü ki toprağa yeşil soğanlar yetişsin diye, o soğanları ekmekle yemek inanılmazdı (ben şu anda soğan yiyemiyorum vücudum tepki gösteriyor sindiremiyorum artık ne tohumuysa yetişen soğan değil başka birşey, benim bünye kabul etmediğine göre bildiğin muşamba)
Her neyse bugün Kadıköy'ün İbrahimağa Bölgesinde Tepe Nautilus AVM.nin yanında o böğürtlenleri görünce aklıma geldi, sağolsun Esra Taşkın Gündoğ da hatırlattı bana... hey gidi günler hey
NOT: Şimdi o bölgede evlerden başka birşey yok ama derenin hemen ötesindeki boş alana dokunulmamış PARK olarak duruyor gerisi beton... Allahtan evler en fazla 3-4 katlı
O yaban gülleri BÜLBÜL'lerin eviydi ki bahar aylarında konserlerini dinlemekten helak olurduk, böyle bir ses olamaz...
Çocukken derenin hemen öte kıyısında sebze bahçemiz olurdu domates biber fasulye maydanoz gibi basit şeyler ekilirdi, pazardan gidip alınırdı fideler nisan mayıs aylarında... ha bir de kurusoğan gömülürdü ki toprağa yeşil soğanlar yetişsin diye, o soğanları ekmekle yemek inanılmazdı (ben şu anda soğan yiyemiyorum vücudum tepki gösteriyor sindiremiyorum artık ne tohumuysa yetişen soğan değil başka birşey, benim bünye kabul etmediğine göre bildiğin muşamba)
Her neyse bugün Kadıköy'ün İbrahimağa Bölgesinde Tepe Nautilus AVM.nin yanında o böğürtlenleri görünce aklıma geldi, sağolsun Esra Taşkın Gündoğ da hatırlattı bana... hey gidi günler hey
NOT: Şimdi o bölgede evlerden başka birşey yok ama derenin hemen ötesindeki boş alana dokunulmamış PARK olarak duruyor gerisi beton... Allahtan evler en fazla 3-4 katlı
9 Eylül 2017 Cumartesi
Sıra Kimde? (eylül 2017)
İsteyip istemediğimi bilmiyorum, hatırlamak zaten mümkün
değil ama özenip bezenip yaratılıp, baştan planlanmış daha doğrusu bahşedilmiş
bir hayata gönderilmediğim gayet açık. Bunu yeni yeni anlıyorum. İnsan kendi
şartlarını kendi hazırlar ve şansı da kendi yaratır diyorlar ya. Pek öyle
değil. Mevcut koşullarda yaratabilirsin şansı ama koşullar uygun değilse ya da
hiç oluşmamışsa neyi yapacaksın. Ortadasın. Kısacası çok da bayılmıyorsun hayata
Bilmiyorum ölümden sonra ne olacak nasıl olacak… Doğumdan
öncesini bilmediğimiz gibi ölümden sonrasını da bilemeyeceğiz. Spiritüel
tanımlara göre öldükten sonra bir ödülümüz olacak ancak o da çok belirgin
değil. Dünyayı yaşanabilir kılan o ödüle inanç noktasından geçiyor. Bir de
inanmıyorsak halimiz duman. Büyük gayret lazım yaşamak için çünkü YALNIZ’ız.
İnanmak bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor
bu bağlamda, yiyorsa tercih etme, vallahi de billahi de başa çıkamazsın
yaşamakla.
Düşündüm de bugün sokaktaki gürültüyü, pisliği, karmaşayı
çekiyorsak “birgün son ereceği” ve “herşeyin çok güzel olacağı” ümidiyle. Hiç
kendimizi kandırmayalım. Herşey berbat da olsa daha sonra iyi olacak diyoruz ya
da “bir gün mükemmel olacak”. Sabırla bekliyorum o günü. Beklerken kahkahalarla
gülsem de bekliyorum ne yaparsın.
İşte ya paketlenip gönderildik ya da bir delikten kaçıp geldik bilemem ama niye mi yazıyorum bunları. "Bugün" - varoluş sebebim, annemle
babamı evlendiren ve nikah şahitleri olan Cevat BAYINDIR’ın 93 yaşında
aramızdan ayrıldığını öğrendiğim için yazıyorum. Hayatını anlattığı ve benim
okuduğum tonlarca kitabın içinde ilk üç’te yer alan eserini hiç unutmayacağım
için yazıyorum. Küçücükken bayramlarda gittiğim evlerini hatırladığım için
yazıyorum ve geçmişin güzellikleri ile aramızdaki köprülerin teker teker yıkıldığını
fark ettiğim için yazıyorum. Üzüntüden yazıyorum işte canına yandığımın
üzüntüden.
24 Haziran 2017 Cumartesi
şekerler gibi bayram - haziran 2017
Hayatım
Kadıköy Çarşısı, Fenerbahçe, Çengelköy aksında geçiyor 😊 farkında olmadan küçücük bir
ülkede yaşıyor pozisyonuna indirgedim galiba olayı, azıcıklık MUTLULUKMUŞ bunu
keşfettim... umarım başka küçücük bir yerleşimde daha da ufaltırım hayatımı...
niye mi yazdım?
Akşama
doğru aklıma geldi yufka almayı unutmuşum, koştum Bahariye'ye... maaşımın da
yarısını almamıştım; PTT.den, emekli maaşım o kadar çokki ATM tek seferde
çekmeme izin veremiyor. Yufkacının önünden geçtim, çaktırmadan içeri baktım,
yufka var, "e elime yük olmasın bari gidip maaşı çekeyim de dönüşte
alırım" dedim, saat 16.30 felan... PTT.ye gittim paramı çektim, döndüm
aynı yoldan ve girdim EVCE'ye... 6 tane yufka verir misin dedim, adam gülmeye
başladı !?!?!
"Ah
be ablacım demin geçerken alaydın ya, yufka bitti?!?!?!?"
haydaaaaaaaaaaaaaaaa
AYYYY KİM
ALDI BENİM RIZKIMI dedim gülerek
bu arada
şunu anladım, herkes birbirini farkında burada sokaklarda, bu çok hoşuma gitti
"dur
ya bir sorayım getirteyim sana" demesin mi
""yok
valla bir daha çıkamam hava çok sıcak, kısmet değilmiş"" diye uzadım
evin
yolunu uzattıp, taaaaaaaaaaaaaaaaa aşağıdaki yufkacıya kadar gittim... giderken
de manavın tezgahındaki çilekleri gördüm 1kg alıverdim, akşam akşam ne işlere
kalkıyorum, kudurdum mu ne!!!
Yufkacıya
geldim, içeri girdim (Birlik Yufka-Mantı)
"yufkan
kaldı mı?" diye sordum haliyle, "var mı" demiyorum KALDI MI
diyorum.
Adam
güldü, az önce iptal olan bir sipariş vardı o yufkalar duruyor demesin mi!
hey
Allahım yaaaaa, 6 tanesini ben aldım ve hemen eve dönüp çilekleri suya batırıp
tahinli çörekleri hazırladım... arkadan reçel için çileklere döndüm, çilekler
süzülürken çöreklere geri dönüp şekil verdim, hepsi bitti fırına attım...
çileklerimi şekerleyip ocağa koydum.
(EŞ
ZAMANLI MÜHENDİSLİK PATLATIYORUM)
o arada
çay demledim... saat 18:20 de çörekler pişmişti, fotografları çekildi...
çilekler ise son derece yavaş bir şekilde reçele dönüyor..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)