Bu Blogda Arayın

13 Temmuz 2025 Pazar

Horoz Hasan'ın Kolu (Beşikdüzü'nden 1940'lı yıllar)

 

Trabzon Beşikdüzü'nde yaşayan Horoz Hasan dinamitle balık avlıyormuş, babası defalarca uyarmış "oğlum bu boku bırak, kolunu koparacaksın, geberip gideceksin yapma etme"... ı ıh... Hasan dinlemiyor ve yine dinamitle balığa gidiyor ama bu sefer elinde patlıyor dinamit, parmaklar kopuyor...  Hasan kan revan içinde, herkes koşturuyor, doktora yetiştirecekler ... babası da yetişiyor, bakıyor... "hah şimdi oldu işte, o elini arkana çevirir götüne sokarsın artık, tam göte geçmelik olmuş

13 Aralık 2019 Cuma

RC Arnavutköy (aralık 2019)


Bilmiyorum 5 miydi yoksa 6 mıydı yaşım? Çocuktum, hayal meyal hatırlıyorum o zamanları, hayaldi belki ama gerçek olan kısmı son derece belirgin zihnime kayıtlıydı. Bugün o kayıtlardan sahneleri tekrar yaşadım. Duygusal anlamda olağanüstü bir zaman yolculuğunu gezi tadında nasıl kaleme dökeceğimi hiç bilemiyorum. Ancak bunu yapmalıyım, bir yer değiştirme, bir yolculuk nasıl bir gezi olabilir bunu ifade etmeliyim. Bu benim borcum.

Gerek yok biletlere, rezervasyonlara, otellere… önemli olan tad almak tad alabilmeyi bilmek! Mutluluğun resmini yapmak gibi, mutluluğa yolculuk etmek. Yaşamda yarım asırı tamamlayınca geçmişim de bugünlerimi besleyince coştuğumu hissedebiliyorum. Yaşlanmak bu anlamda başımıza gelen en güzel şey. Seviyorum.

Nereye mi gittim?
Arnavutköy’e!

Bundan 45-46 yıl önce gitmiştik oraya. Özel bir rahatsızlığı olduğu yeni yeni fark edilemeye başlayan kardeşimi götürmüştük. Robert Kolej’den söz ediyorum. O yıllarda çok yakın olduğumuz müstesna bir insanın kızkardeşi okulda pedagog olarak görevliydi ve kardeşimi görmek, durumunu analiz etmek istemişti. Annem ve babam da kendisinin yönlendirmesiyle hareket etmek için o zaman oturduğumuz Yarımca’dan İstanbul’a buraya getirmişti O’nu. İşte bu muazzam doğanın içinde konuşlanmış o güzelim bina ve ilaveleriyle o zaman tanışmıştım. Bugün bahçeye girdiğim an 45 yıl öncesinin kokusunu duydum. O ulu ağaçlar, o yapraklar, kıvrım kıvrım
yokuş yollar, minik yapılar ve en sonunda bütün görkemiyle yeşillikler içinde karşımıza çıkan kolej binası. Dışarıda yirmibeş milyon olmuş leş gibi, kalabalık, gürültülü bir şehir ama Arnavutköy kapısından bahçeye girdiğinizde sizi karşılayan papağanlar, dökülmüş yaprakların halı olduğu nemli yollar, yosunlu ağaçlar, küf kokusu, sessizlik. Öyle keyifli ki! İstanbul’a mahkum birinin yarım günlük kaçamağı ancak bu kadar güzel olabilir.  

Yeniden dönüyorum yıllar öncesine. Bu bahçe benim çocuk beynime Hansel&Gratel masalını çağrıştırmıştı, o küçük evlerin pastadan olduğu gibi hislere kapılmış, anaokulunda kardeşimle geçirilen bir günün sonuna kadar ben biraz bahçede biraz içeride oyuncaklar arasında kendimden geçmiştim. Bir de unutmadan piyanodan da söz edeyim, müziğe yeteneğim olmadığı da burada ortaya çıkmıştı. Bugün yürürken hep o anlara döndüm döndüm durdum. İşin en güzel tarafı; bu gidişimde yeniyıl etkinliğinin olması ve noellere ilişkin masalsı her şeyin organizasyon alanında bulunmasıydı. İki zaman dilimi bu atmosferde birleşmişti. Ah Einstein ne muhteşem adamsın sen, “Zaman Görecelidir” diyorsun ya, hem göreceli hem de üçkağıtçı! Arada bir kendini tekrarlayarak bizlere oyun oynayabiliyor sanki yeniymiş gibi.

Aralık ayına rağmen ılıman ve aydınlık hava, bir türlü sararamamış; zorlamayla kendini düşürmüş yapraklar, nem, nemin ürpertisi, sıcacık bina, mis gibi kurabiyeler, mis kokulu kahveler, kantinde ergenler gibi dibine vurulmuş sohbet, genç öğrenciler, onların güzel yüzleri, güleç bakışları, enfes çaylar, bırakmaya kıyamadığımız ortam ve güzel arkadaşlar. İnsan hayatta başka şey istemez. Dünya turuna çıkarsınız da iki satır yazamazsınız, yarım gün geçmişle günümüz arasında turlarken kendinizi durduramazsınız. Benim bu seferlik GEZİ’m böyleydi. Anılarıma da ekleyeceğim bu satırları ama bu bir gezi yazısıdır, unutmayın. Nereyi mi yazdım? Arnavutköy, Robert Kolej ve ZAMAN’ı





5 Ekim 2019 Cumartesi

Bahariye Banktaki Teyzeler (2018)


Bahariye Caddesi’ndeyim, geçen yıl olsa gerek, 2018’in sonu gibi… Tramvay yolundan ters yönde yürüyorum ki bu benim rahat yürüme yöntemim, karşıdan araba gelince kenara çekiliyorum, yol boşken rahat rahat kimselere çarpmadan, kimseler de bana çarpıp ayaklarıma basmadan yürümek için geliştirdiğim bir yöntem bu. Tramvay geliyorken de önce fotoğraf çekiyorum sonra hemen kenara zıplayarak çekiliyorum.

O gün de benzer şeyi yaptım tam Aya Triada Kilisesi’nin hizasındayım ki tramvay yaklaştı ben de kendimi kaldırıma attım. Caddede kaldırımda 10 metre arayla oturma bankları var. Kilisenin duvarına bitişik bankta oturan üç teyzeye gözüm ilişiyor. Bu teyzeler 60-65 yaşlarında hatta kesin 65’ler. Uzun etekleri, üstünde uzun kollu desenli pamuklu bluzları ve bir de yelek giyinmiş tipik Türk teyzeleri formundalar. Başlarında tülbent örtüleri var, saçlar önden azıcık görünüyor, görünen kısmın birazı kınalı, boyunlarının altından bağlanmış yemeniler bunlar ve en sağdaki teyzemin (hatta artık abla desem daha doğru olur, taş çatlasa benden 15 yaş büyüktür) elinde bir harita metod defteri var. Göz ucuyla bakıyorum deftere, inanamıyorum. Bizim ilkokulda güzel yazı derslerinde gördüğümüz ve yaptığımız gibi aynı cümle alt alta defalarca yazılmış ama yazı da inci gibi.

Hemen anlıyorum, kadın yazma öğreniyor. Yaklaşıyorum ve hafifçe sarılır gibi yaparak; “aman senin ne güzel yazın var öyle” diyorum. Aslında ne diyeceğimi de bilemiyorum, yıl olmuş 2018 ve hala okuma öğrenen var diye de üzülüyorum, kadını utandırmak istemiyorum, artık tahmin edin durumumu; ne şebeklik yapacağımı bilemeyerek debeleniyorum. Yalnız kadın çok samimi, beni rahatlatıyor, debelenerek ölmekten kurtarıyor.

-             - Ben okuma-yazma kursuna gidiyorum
diyor…

-             - Aaaaa sahi mi nerede bu kurs
-             - Okulda, ilkokulda
-             - Ah ne kadar güzel, yahu sen şimdiye kadar öğrenmemiş miydin
-             - Yok yok nereden öğreneceğim, babam göndermedi, kocam ne gerek var dedi, çocuklar sıkıldı, torunlar bile öğretmedi, yalvardım yalvardım hep yaya kaldım
-             - E olsun bak şimdi öğreniyorsun ne olacak ki
-             - Olur mu, okutmadılar beni, cahil kaldım, hep utandım
-             - Gazete dergi kitap okursun boşver, zaten gençliğinde okuyacak zaman bulamazdın şimdi zamanın bol sürekli okur yazarsın
-             - İnşallah

dedi…

Öylece kalakaldım, bir kadına bu nasıl yapılır, hatta geçtim kadını falan bir insana bu yapılır mı? İnsan ne yapar eder bu kadının okuma-yazma öğrenmesini sağlar, oturur kendi öğretir. Yok işte yapılmamış. Çocuklarını da kınadım, evlat işte, doğurmak için kendimizi öldürdüğümüz şeylerin umurunda bile olmayabiliyoruz. Hiçbir şey için geç değildir demek istiyorum ama demeyeceğim. Çok GEÇ ÇOK


2 Ekim 2018 Salı

RayBan (80ler 90lar)


bugün yürüyerek daha kısa sürdüğü için evimden çıktım nautilus ve koşuyolu caddesinin başına yürüdüm sadece 6,5km tutuyor birşey değil.
yürürken müzik dinlemeyi sevmiyorum çok tehlikeli istanbul trafiğinde
kafamdan eskiler geçti, çünkü hava aşırı sıcak ve pis bir eylül güneşi gözleri deldiğinden aklıma geldi anlatayım;
bakın şimdi hoşunuza gidecek
RayBan gözlükler yıl 83-84 felan... RayBan'in topgun filmi yüzünden dünyayı bize dar eden pilot gözlüğü modeli asrın kasırgası gibi esiyor, aman yarabbi...türkiye şimdiki gibi değil bunlar hayal!...film 1983 tarihlidir ama biz türkiyede 86 falan gibi müşerref olabildik, fotograflardan biliyoruz olayı, dergilerden mergilerden.. her neyse ... bizim kuşak pilot gözlüğü peşinde (laf aramızda hala pek havalıdır) kafayı yiyeceğim getirtmeye çalışıyorum, neyse S.Arabistan'da çalışan kuzenim oradan getirdi hem kendine hem bana 500dolar civarı bir para... sonra köşeli diktörtgen pilot gözlükleri moda oldu (aslen klasik pilot gözlüğü bunlardır ya boşver). Çok masküler olduğundan ben almadım, o zamanlar çalışıyorum iyi de para alıyorum; kemikçerçeve RayBan'ler yıkılıyor onların peşindeyim... çat 750dolar verip alıyorum... paralara bak... hakkından geldiğim bu gözlüğü 6 yıl kullandıktan sonra 99 yılı mı ne Doğubanka gidiyoruz bir arkadaşla ben en ucuz modeli istiyorum bu sefer 400dolar!  O gözlüğü de 8-9 yıl kullanıyorum ve ortadan çatırt diye ikiye ayrılınca gözlüksüz kalıyorum.

Ogün bugündür güneş gözlüğüne verdiğim paralara çok acıdığımdan ve kendimi asla affetmediğimden işporta 35-40tl.liklere takılıyorum... güzele herşey yakışır 
RayBan'den başka güneş gözlüğü almam o da ayrı mesele

26 Eylül 2018 Çarşamba

Böğürtlenler (1980.ler)

Yarımca'da oturduğumuz sitenin önünde dere vardı derenin ötesi de Yarımca-Seramik (Porselen) fabrikasının lojmanlarına kadar uçsuz bucaksız ben diyeyim 1 hektar siz deyin 5 hektarlık alan Zeytin, Muşmula, Ayva, Ceviz ağaçlarıyla kaplıydı ve bütün boşluklar yabangülü ile böğürtlen dikenleriyle doluydu.

O yaban gülleri BÜLBÜL'lerin eviydi ki bahar aylarında konserlerini dinlemekten helak olurduk, böyle bir ses olamaz... 


Çocukken derenin hemen öte kıyısında sebze bahçemiz olurdu domates biber fasulye maydanoz gibi basit şeyler ekilirdi, pazardan gidip alınırdı fideler nisan mayıs aylarında... ha bir de kurusoğan gömülürdü ki toprağa yeşil soğanlar yetişsin diye, o soğanları ekmekle yemek inanılmazdı (ben şu anda soğan yiyemiyorum vücudum tepki gösteriyor sindiremiyorum artık ne tohumuysa yetişen soğan değil başka birşey, benim bünye kabul etmediğine göre bildiğin muşamba)


Her neyse bugün Kadıköy'ün İbrahimağa Bölgesinde Tepe Nautilus AVM.nin yanında o böğürtlenleri görünce aklıma geldi, sağolsun Esra Taşkın Gündoğ da hatırlattı bana... hey gidi günler hey


NOT: Şimdi o bölgede evlerden başka birşey yok ama derenin hemen ötesindeki boş alana dokunulmamış PARK olarak duruyor gerisi beton... Allahtan evler en fazla 3-4 katlı

9 Eylül 2017 Cumartesi

Sıra Kimde? (eylül 2017)

İsteyip istemediğimi bilmiyorum, hatırlamak zaten mümkün değil ama özenip bezenip yaratılıp, baştan planlanmış daha doğrusu bahşedilmiş bir hayata gönderilmediğim gayet açık. Bunu yeni yeni anlıyorum. İnsan kendi şartlarını kendi hazırlar ve şansı da kendi yaratır diyorlar ya. Pek öyle değil. Mevcut koşullarda yaratabilirsin şansı ama koşullar uygun değilse ya da hiç oluşmamışsa neyi yapacaksın. Ortadasın. Kısacası çok da bayılmıyorsun hayata

Bilmiyorum ölümden sonra ne olacak nasıl olacak… Doğumdan öncesini bilmediğimiz gibi ölümden sonrasını da bilemeyeceğiz. Spiritüel tanımlara göre öldükten sonra bir ödülümüz olacak ancak o da çok belirgin değil. Dünyayı yaşanabilir kılan o ödüle inanç noktasından geçiyor. Bir de inanmıyorsak halimiz duman. Büyük gayret lazım yaşamak için çünkü YALNIZ’ız.

İnanmak bir tercihin ötesinde bir zorunluluk haline geliyor bu bağlamda, yiyorsa tercih etme, vallahi de billahi de başa çıkamazsın yaşamakla.

Düşündüm de bugün sokaktaki gürültüyü, pisliği, karmaşayı çekiyorsak “birgün son ereceği” ve “herşeyin çok güzel olacağı” ümidiyle. Hiç kendimizi kandırmayalım. Herşey berbat da olsa daha sonra iyi olacak diyoruz ya da “bir gün mükemmel olacak”. Sabırla bekliyorum o günü. Beklerken kahkahalarla gülsem de bekliyorum ne yaparsın.


İşte ya paketlenip gönderildik ya da bir delikten kaçıp geldik bilemem ama niye mi yazıyorum bunları. "Bugün" - varoluş sebebim, annemle babamı evlendiren ve nikah şahitleri olan Cevat BAYINDIR’ın 93 yaşında aramızdan ayrıldığını öğrendiğim için yazıyorum. Hayatını anlattığı ve benim okuduğum tonlarca kitabın içinde ilk üç’te yer alan eserini hiç unutmayacağım için yazıyorum. Küçücükken bayramlarda gittiğim evlerini hatırladığım için yazıyorum ve geçmişin güzellikleri ile aramızdaki köprülerin teker teker yıkıldığını fark ettiğim için yazıyorum. Üzüntüden yazıyorum işte canına yandığımın üzüntüden. 

24 Haziran 2017 Cumartesi

şekerler gibi bayram - haziran 2017

Hayatım Kadıköy Çarşısı, Fenerbahçe, Çengelköy aksında geçiyor 😊 farkında olmadan küçücük bir ülkede yaşıyor pozisyonuna indirgedim galiba olayı, azıcıklık MUTLULUKMUŞ bunu keşfettim... umarım başka küçücük bir yerleşimde daha da ufaltırım hayatımı... niye mi yazdım?

Akşama doğru aklıma geldi yufka almayı unutmuşum, koştum Bahariye'ye... maaşımın da yarısını almamıştım; PTT.den, emekli maaşım o kadar çokki ATM tek seferde çekmeme izin veremiyor. Yufkacının önünden geçtim, çaktırmadan içeri baktım, yufka var, "e elime yük olmasın bari gidip maaşı çekeyim de dönüşte alırım" dedim, saat 16.30 felan... PTT.ye gittim paramı çektim, döndüm aynı yoldan ve girdim EVCE'ye... 6 tane yufka verir misin dedim, adam gülmeye başladı !?!?!

"Ah be ablacım demin geçerken alaydın ya, yufka bitti?!?!?!?"

haydaaaaaaaaaaaaaaaa
AYYYY KİM ALDI BENİM RIZKIMI dedim gülerek


bu arada şunu anladım, herkes birbirini farkında burada sokaklarda, bu çok hoşuma gitti
"dur ya bir sorayım getirteyim sana" demesin mi
""yok valla bir daha çıkamam hava çok sıcak, kısmet değilmiş"" diye uzadım
evin yolunu uzattıp, taaaaaaaaaaaaaaaaa aşağıdaki yufkacıya kadar gittim... giderken de manavın tezgahındaki çilekleri gördüm 1kg alıverdim, akşam akşam ne işlere kalkıyorum, kudurdum mu ne!!!

Yufkacıya geldim, içeri girdim (Birlik Yufka-Mantı)
"yufkan kaldı mı?" diye sordum haliyle, "var mı" demiyorum KALDI MI diyorum.


Adam güldü, az önce iptal olan bir sipariş vardı o yufkalar duruyor demesin mi!

hey Allahım yaaaaa, 6 tanesini ben aldım ve hemen eve dönüp çilekleri suya batırıp tahinli çörekleri hazırladım... arkadan reçel için çileklere döndüm, çilekler süzülürken çöreklere geri dönüp şekil verdim, hepsi bitti fırına attım... çileklerimi şekerleyip ocağa koydum.
(EŞ ZAMANLI MÜHENDİSLİK PATLATIYORUM)
o arada çay demledim... saat 18:20 de çörekler pişmişti, fotografları çekildi... çilekler ise son derece yavaş bir şekilde reçele dönüyor..

TATLI, ŞEKERLER GİBİ BAYRAMINIZ OLSUN... BU DA BAYRAM ÖYKÜMÜZ OLSUN